Marka hakkına tecavüz suçu 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nda düzenlenen ilk suç tipidir. Yasal dayanağını 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nun 30. Maddesinin 1. fıkrasından almaktadır. Bu hükme göre; “Başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek mal üreten veya hizmet sunan, satışa arz eden veya satan, ithal ya da ihraç eden, ticari amaçla satın alan, bulunduran, nakleden veya depolayan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. “
Marka Hakkına Tecavüz Suçu
Marka hakkına tecavüz şekilleri oldukça farklı olabilmektedir. Ancak kanun koyucu tarafından marka hakkına karşı yapılan tecavüz şekillerinin tamamı suç olarak belirlenmemiştir. Yasal düzenleme ile marka hakkına tecavüz şekillerinden yalnızca iktibas (marka taklitçiliği) ile iltibas (karıştırma ihtimali) suretiyle gerçekleşen tecavüzleri cezai yaptırıma tabii tutmuştur. Kanun koyucu bu düzenleme ile yalnızca iki tecavüz biçimini suç oluşturacak şekilde düzenlemiştir. Marka taklitçiliği ve karıştırma ihtimali yaratma eylemleri, fiil bakımından farkı anlamlar taşımaktadırlar. Ancak bu tecavüz şekillerinin her ikisi de marka hakkının korunmaya değer işlevlerinden olan “köken ayırt etme işlevini” tehlikeye sokmaktadır. Bu suçun düzenleme bakımından iki ayrı suç fiili belirttiği ve iki ayrı suçu tek fıkra halinde düzenlendiği görülmektedir. Her ne kadar bu madde hükmü iki ayrı suç fiilini belirtiyor olsa da bu filler marka hakkına tecavüz oluşturan fiillerin en yaygın olanını oluşturduğundan marka hakkına tecavüz suçu olarak tanımlanması mümkündür. Aşağıda bu suç tipi ile korunan hukuki değer, suçun maddi, manevi ve hukuka uygunluk unsurları tek tek ele alınarak incelenecektir.
Marka Hakkına Tecavüz Suçuyla Korunan Hukuki Değer
Suçla korunan hukuki değer, yasa koyucunun suç tipini düzenlerken göz önünde bulundurarak korunmasını istediği irade olarak tanımlanabilir. Marka kavramın ticari hayatta kendine yer bulması ile birlikte marka hakları öncelikle hukuksal alanda kendine yer edinmiş ve bu sayede çok daha fazla kullanılıp gelişmeye başlamıştır. Marka hakkının bu gelişimi ile birlikte ticari alanda önemli rol üstlenmesi marka hakkı sahipleri ve bu markayı kullanan kişiler bakımından bir değer oluşturmaya başlamıştır. Bu değer hem marka hakkı sahibi hem markayı kullanan kimseler hem de piyasanın güvenirliliğinin sağlanması açısından korunmaya yarar bir hukuki değerdir. Genel olarak bu amaç doğrultusunda düzenlenen marka suçlarında marka hakkı sahibinin sahip olduğu ekonomik değerin korunması, markayı kullanan tüketicinin korunması yanı sıra, kamu sağlığı ve güvenliğinin ve de ticari piyasanın da korunmaya çalışıldığı aşikârdır. Çünkü bir suç tipini gerekli kılan nedenler aynı zamanda o suç ile korunmak istenen değerlerdir.
Marka hakkına tecavüz suçu ile de korunmak istenen hukuki değer, dar anlamda tescilli marka sahibinin bu marka üzerindeki haklarının korunması olarak tanımlanabilir. Markanın tescil edilmesi ile birlikte marka hakkı sahibine tanınan haklar, marka hakkı sahibi tarafından kullanılmaya başlar ve bu hakların ihlali de cezai yaptırıma bağlanmıştır. Marka hakkına karşı işlenen bu suçun düzenlenmesi ile birlikte yasa koyucu, mal ve hizmet sahibinin, bu mal veya hizmet üzerindeki marka hakkının korunmasını amaçlamıştır. Kısacası marka hakkına tecavüz suçu ile korunan hukuki değer markanın hak sahibine sağladığı menfaatin bizzat kendisidir. Geniş anlamda marka hakkına tecavüz suçu ile korunan hukuki değer ise ticari rekabetin doğru sağlanması ile markaya güvenen tüketicilerin korunmasıdır. Bu yönüyle de kişisel menfaatlerin yanında ticari hayatın, piyasa güvenliği ile birlikte kamu sağlığı, güveni ve düzeninin de korunduğunu söyleyebiliriz. Böylelikle yasa koyucu, tanınmış ve toplum nezdinde belirli bir güvenirliliğe ve kaliteye ulaşmış marka ürünün taklidinin yapılmasını cezai yaptırıma bağlayarak bir yandan bu marka hakkı sahibinin ticari itibarını bir yandan bu markaya güvenerek alan tüketicinin ekonomik menfaatini bir yandan da taklit ürünler nedeni ile bozulabilecek toplum sağlığını ve piyasa düzenini koruma altına almaktadır.
Marka Hakkına Tecavüz Suçunun Maddi Unsurları
Marka Hakkına Tecavüz Suçunun Faili
Marka hakkına tecavüz suçunun düzenlenme biçimine baktığımız zaman 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nun 30. maddesinde, suçun faili yönünden özel bir düzenlemeye yer verilmediğinden, suçun herkes tarafından işlenebilir olduğu anlaşılmaktadır. Bu suçun faili herkes olabilmektedir. Özgü suçlar, o suçun işlenebilmesi için yalnızca kanunda tanımlanan insan davranışının yeterli olmadığı, bu insan davranışının kanunda tanımlanan özel niteliğe sahip kimselerce gerçeklemiş olması gerektiği suç tipidir. Özgü suçlarda fail, diğer insanlara nazaran özel ve objektif vasıflara sahip olmalıdır. Özgü suç bazen de suçların nitelikli hali olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Marka hakkına tecavüz suçu herkes tarafından işlenebilen bir suç olduğundan özgü suç değildir. Bu suçun failleri ancak gerçek kişiler olabilir. Bu anlamda tüzel kişilerin bu suçun failleri olması mümkün değildir. Ancak 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu 30/4’de düzenlendiği üzere bu suç bir tüzel kişiliğin organ veya temsilcisi tarafından, tüzel kişiliğin faaliyeti çerçevesinde işlenir ise, tüzel kişilere özgü güvenlik tedbirleri uygulanacaktır168. Bu kapsamda SMK 30/4’de, Türk Ceza Kanunu’nun genel hükümlerine atıf yaptığını ve bu şekilde tüzel kişilere uygulanacak güvenlik tedbirlerini belirlemiş olduğu görülmektedir. Türk Ceza Kanunu’nda 60. maddede tüzel kişilere uygulanacak güvenlik tedbirleri iki şekilde belirlenmiştir. Bunlar “iznin iptali” ve “müsadere”dir.
Marka Hakkına Tecavüz Suçunun Mağduru
Her suçun bir failinin bulunduğu gibi bir de mağdurunun bulunması gereklidir. Mağduru olmayan bir suçun olması mümkün değildir. Ceza Hukuku açısından mağdur, suçla korunan hukuki yararın sahibi olan, suçun konusunun ait olduğu kimselerdir. Başka bir anlatımla mağdur belirli bir suç ile zarara uğratılan hak ve menfaatin sahibi olan kişidir. Buradan hareketle marka hakkına tecavüz suçunun mağduru, marka hakkı iktibas veya iltibas suretiyle tecavüze uğrayan kişi ya da kişileridir. Bu kimseler aynı zamanda şikâyet hakkı sahipleridir. Suçtan zarar gören kişi ise, suçun maddi konusu olmayan ya da suça konu hak ve menfaatin sahibi olmayan ancak suç nedeniyle “dolaylı olarak” zarara uğramış kişilerdir. Bazı suçlarda suçtan zarar gören ve mağdur aynı kişi olabilirken bazı suçlarda da mağdur ve suçtan zarar gören farklı kişiler olabilir. Bu suçun mağdurunun tüzel kişiler olup olamayacağı ise genel olarak ceza hukukunda tüzel kişilerin mağdur olup olamayacağının tartışmalı olması nedeniyle önem arz etmektedir. Tüzel kişiler bir suçun mağduru olamazlar. Ancak suçtan zarar gören sıfatına sahip olabilirler. Bu suç açısından da tüzel kişiler ancak suçtan zarar gören olabilir ve şikâyet hakkını tüzel kişilerin yetkilileri veya temsilcileri aracılığı ile kullanabilir. Mağdur ancak gerçek kişi olabilir.
Tüzel kişiler ise, suçun işlenmesi dolayısıyla zarar gören olabilirler ancak mağdur olamazlar. Mağdur, ceza ilişkisinin tarafı olduğu halde, suçtan zarar gören sadece hukuki ilişkinin tarafıdır. Taklit markayı alan tüketicinin bu suçun mağduru olup olama- yacağı ise tartışmalıdır. Bu suçla tüketicinin de zarar gördüğü ve tüketicinin güveninin de korunan hukuki değerler arasında olduğundan bahsedilmiştir. Ancak tüketicinin doğrudan bu suçun mağduru olması kabul görmemektedir. Markanın taklit olduğunu bilmeden alan tüketici ancak dolandırıcılık suçunun faili olabilir. Yine korunan hukuki değerlerde toplumun sağlığı ve güvenliğinin yer alması nedeniyle toplumun bir bütün olarak bu suçların potansiyel mağduru olarak kabul edilip edilemeyeceği de tartışmalıdır. Ancak bizim hukuki düzenlememiz doğrultusunda toplumun veya doğrudan tüketicinin bu suçun mağduru olmadığı daha çok marka hakkı sahibinin öne çıkarıldığı görülmektedir.
Marka Hakkına Tecavüz Suçunun Konusu
Her suçun failinin ve mağdurunun olmasının zorunluluğu olduğu gibi konusunun da bulunması zorunludur. Konusu olmayan bir suçun olması düşünülemez. Genel olarak suçun konusu doktrinde, suçun üzerinde meydana geldiği, failin eyleminin yöneldiği veya tipe uygun hareketin üzerinde gerçekleştiği şey, ceza kanunlarını ihlal eden beşeri davranışlar olarak çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Kısaca suçun konusu, kanunda suç olarak kabul edilen hareketin yöneldiği kişi ya da şey olarak adlandırılabilir. Suçun konusu eşya veya şahsın fiziki yapısıdır. Marka hakkına tecavüz suçunun konusu ise, esas olarak “marka” dır. Haksızlık niteliğindeki fiiller marka üzerinde meydana gelmektedir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için aynı zamanda benzer veya aynı nitelikte mal veya hizmet ortaya konulmasını gerektirdiğinden bu mal veya hizmette suçun konusunu oluşturmaktadır. Yani hem marka hem de ürün suça konu edilen şeydir. Bura- dan hareketle marka hakkına tecavüz suçunun konusunun “markalı ürün olarak” ele alınması mümkündür. Marka hakkına tecavüz suçunun konusu olan markanın bu kapsamda suç oluşturabilmesi için tescilli bir marka olması ve bu tescilin Türkiye’de yapılması gerekmektedir. Ancak bu iki şartı birlikte taşıyan markalar suçun konusunu oluşturabilir. Bu şartlar dayanağını 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nun 30/5. Maddesindeki “ Bu maddede yer alan suçlardan dolayı cezaya hükmedilebilmek için markanın Türkiye’de tescilli olması şarttır.” ibaresinden almaktadır. Buna göre; Markanın Tescilli Olması Şartı: 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nu 7/1’e göre “Bu Kanunla sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir.” Gerek SMK m.7/1 gerekse de m.30/5’de yer alan düzenlemelerden açıkça anlaşıldığı üzere bu suç ancak usulüne uygun olarak tescil edilmiş markalar hakkında işlenebilir. Bu duruma yönelik herhangi bir istisna kanunumuzda düzenlen- memiştir. Tanınmış markalar açısından bakılacak olursa da tanınmış markanın tescilli olmaması halinde de bu suçun konusunu oluşturamayacağını kabul etmek gerekir.
Tescilsiz bir markanın ise SMK m. 30 kapsamında cezai an- lamda korunması mümkün değildir. Ancak tescilsiz markalara karşı yapılan tecavüzler TTK m. 62 kapsamında haksız rekabet hükümleri kapsamında yaptırıma tabii tutulabilir188. Tescilin Türkiye’de Yapılmış Olması Şartı: 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nu m. 30/5 açıkça markanın koruma altına alın- ması için Türkiye’de tescilli olması zorunluluğundan bahsedilmiştir. Yine SMK m. 11’de tescilin Türk Patent Enstitüsü tarafından yapılması gerektiği düzenlenmiştir. Buradan hareketle de tescilin Türkiye’de ve kanun tarafından öngörülen makamlarda yapılması ile ancak suçun konusunu oluşturacağı anlaşılmaktadır.
Marka Hakkının Tecavüzü Suçunda Fiil
SMK m.30/1’de marka hakkına tecavüz suçu düzenlenmiştir. Suçun düzenleniş biçimine baktığımızda birden fazla harekete yer verildiği görülecektir. Bu hareketlerden yalnızca birinin gerçekleş- mesi suçun oluşumu için yeterlidir. Bu nedenle marka hakkına tecavüz suçu bir seçimlik hareketli suçtur189. Kanun koyucu suç tipini düzenlerken hareketten ayrılan bir ne- ticeye yer vermemiştir. Bu nedenle de marka hakkına tecavüz suçu neticesi harekete bitişik bir suçtur. Yine suçun oluşması için ayrıca zararın doğması da aranmadığından tehlike suçu olarak düzenlenmiştir. Öncelikle marka hakkına tecavüzün ne anlama geldiğinin anlaşılması gerekmektedir. Bu kapsamda marka hakkına tecavüz, marka hakkı sahibinin izni olmaksızın, başkasına ait markanın kanunda öngörülen biçimlerde kullanılması şeklinde tanımlanabilir. SMK öncesi yürürlükte bulunan 556 sayılı KHK m. 61-a gereğince, marka tescilinden doğan hakların kapsamını gösteren 9. Maddenin ihlali marka hakkına tecavüz sayılıyordu192. SMK kap- samında ise m.29 da atıfla m. 7’de marka hakkına tecavüz şekilleri düzenlenmiştir193. SMK m.7/2 kapsamında marka hakkına tecavüz halleri üç bent olarak düzenlenmiştir. Bu kapsamda iktibas ve iltibas halleri yanı sıra tanınmış markaya karşı yapılacak olan tecavüzlerin şekilleri düzenlenmiştir. Yine SMK m. 29 kapsamında da marka hakkına tecavüz sa- yılan filler düzenlenmiştir. Bu kapsamda yukarıda belirttiğimiz üzere SMK m. 7 kapsamında markayı kullanmak tecavüz sayılmaktadır. Bunun yanı sıra bu madde kapsamında marka hakkı sahibi tarafından lisans yoluyla verilen hakların izinsiz genişletilmesi veya üçüncü kişilere devredilmesi de marka hakkına tecavüz sayıl- maktadır Bunun yanı sıra SMK m.29/b-c ’ye göre: “Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek ve de Markayı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak, başka bir şekilde ticaret alanına çıkarmak, ithal işlemine tabi tutmak, ihraç etmek, ticari amaçla elde bulundurmak veya bu ürüne dair sözleşme yapmak için öneride bulunmak “ filleri de marka hakkına tecavüz olarak düzenlenmiştir. SMK kapsamında birçok farklı marka hakkına tecavüz filleri sayılmıştır. Ancak m.30/1’de düzenlenen marka hakkına tecavüz suçunda yalnızca iktibas ve iltibas suretiyle yapılan tecavüzler suç sayılmıştır. Tüm tecavüz eylemleri suç olarak düzenlenmemiştir.
Marka Hakkına Tecavüz Suçunun Manevi Unsuru
Marka hakkına tecavüz suçu ancak kasten işlenebilen suçlardandır. Kast, TCK m. 21/2’ye göre “suçun kanuni tanımındaki un- surların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi” olarak tanımlanmıştır. Bu kapsamda da iktibas ve iltibasın bilerek ve istenerek yapılması halinde suçun oluştuğu kabul edilmektedir. 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmün- de Kararname m.61/A-1’ de yer alan düzenlemede açıkça failin “bilerek ve isteyerek” hareket etmesi gerektiğine yer verilerek suçun kasten işlenebileceği düzenlenmiştir. Yasa koyucu tarafından yapılan düzenlemede hiçbir istisnaya yer verilmeyerek bu suçun ancak kasten işlenebileceği düzenlenmiştir. Bu açıdan suçun taksirle işlenmesi mümkün değildir. Taksirin varlığı bu suçun oluşması için yeterli değildir. Marka hakkına tecavüz suçunun kastın her türü ile işlenmesi mümkündür. Suç tipi doğrudan kastla işlenebileceği gibi olası kastla da işlenebilir. Ancak suçun işlenmesi için özel kast aranmamıştır. Bu suç tipi açısından failin kastının varlığının oldukça iyi araştırılması ve tespit edilmesi gerekmektedir. Uygulama da özellikle tanınmış markalar açısından failin kastının varlığı daha kolay tespit edilebilmektedir. Bunun dışındaki markalarda ise failin mesleği, hangi alanda ticari faaliyet yürüttüğü, üretilen malın faaliyet alanı içinde olup olmadığı gibi kriterlere bakılarak failin kastı tespit edilebilir. Özellikle Yargıtay kararlarına bakıldığında failin mesleği gereği bilebilecek durumda olmasını kastın varlığının tespiti açısından önemli bir kıstas olarak belirlemiştir. Ancak failin mesleği kastın tayininde tek başına yeterli bir gerekçe olmayıp, yalnızca önemli bir dayanak ve hareket noktasıdır. Yargıtay 19. Ceza Dairesi 22.12.2015 tarih 2015/12326 E, 2017/7087 K “…katılana ait marka ayakkabıların orijinallerinin günün ekonomik şartları da nazara alındığında faturalarda belirtilen değerlerle satın alınmayacağını bilebilecek durumda olması sanığın yaptığı iş nedeniyle söz konusu ürünlerin taklit olduğunu bilmemesinin olağan hayat koşullarına uygun olmadığı gözetilerek…”, Yargıtay 7. Ceza Dairesi 5.10.2006 tarih 2004/4006 E, 2006/15784 K. “…Sanık satışını yaptığı ürünün taklit markalı olduğunu uğraştığı iş ve ticaret itibarıyla bilmesi gerekeceği cihet- le… ” yine Yargıtay 7. Ceza Dairesi 22.12.2005 2003/10409 E, 2005/21870 K. ‘da, “…sanığın yaptığı iş gereği bu tip markalı ürünlerin taklit olup olmadığını bilebilecek durumda bulunduğu da gözetilerek…” denilmek suretiyle failin mesleği gereği bilebile- cek durumda olmasının oldukça kastın varlığında oldukça önemli olduğu vurgulanmıştır. 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nda yer alan düzenlemeye baktığımız zaman m. 30/1 “…ticari amaçla satın alan, bulunduran, nakleden veya depolayan kişi…” ibaresinin kullanıldığını görülmektedir. Bu düzenlemeden hareketle cümlede yer alan ticari amacın suçun bu filleri açısından zorunlu olduğu anlaşılmaktadır. Kanuni düzenlemede yer alan diğer suç filleri açısından ticari amaç kavramı kullanılmamıştır.
Marka Hakkına Tecavüz Suçunda Hukuka Aykırılık Unsuru
Hukuka aykırılık unsuru, suçun zorunlu unsurlarından biridir. Hukuka aykırılık unsurunun çeşitli şekillerde tanımlanması mümkündür. Kısaca hukuka aykırılık unsuru; işlenen fiile hukuk düzenince cevaz verilmemesi (hukuk düzenince kabul gören ve hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir sebebin bulunmaması), fiilin hukuk düzeni ile çelişki halinde bulunması, hukukça korunmuş hak ve yarara saldırı şeklinde tanımlanabilir. Bir fiilin hukuka aykırı olması demek, bütün hukuk sistemine aykırı olması demektir. Hukuka aykırılık belirli bir kanunda belirtilen emir ve yasağa uygun hareket edilmesi kuralına aykırılık olarak da tanımlanabilir. Hukuka uygunluk sebepleri ise hukuka aykırılığı ortadan kaldırıp fiili hukuken meşru hale getiren sebeplerdir. Ancak bu durumda karşımıza çıkabilecek bazı sorunlar vardır. Ceza normların dışında yer alan hukuka uygunluk nedenlerinin ceza hukuku bakımından uygulanıp uygulanmayacağı tartışılabilir. Hukuka aykırılık unsurunu dar yorumlayacak olur isek, hukuka aykırılığı yalnızca ceza hukukuna aykırılık olarak kabul ederiz ve böylece ceza hukuku dışındaki kanunlarda düzenlenen kurallara uygun olmasının suç bakımından bir etki doğurmayacağını dile getiririz. Ancak hukuka aykırılık unsurunu geniş yorumlayacak olursak fiilin ceza hukukuna aykırı olmasına rağmen hukuk düzeninin bütünü açısından değerlendirildiğinde hukuka uygun olması halinde suçun oluşmadığı ve fiilin hukuka uygun olduğu kabul edilecektir. Genel olarak marka suçlarında kabul edilen de hukuka aykırılık unsurunun geniş tanımıdır. Buna göre marka suçlarının hukuka uygunluk nedenleri araştırılırken TCK’da düzenlenen hukuka uygunluk nedenleri yanında 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nda yer alan marka hak- kının korunmasının istisnasını oluşturan düzenlemelerinden suç tipine uyanlarının da dikkate alınıp araştırılması gerekmektedir.
Türk Ceza Kanunu’nda yer alan hukuka uygunluk sebepleri; kanun hükmünün yerine getirilmesi(m. 24/1), meşru savunma ( m. 25/1), hakkın kullanılması ( m.26/1) ve ilgilinin rızası ( m. 26/2) şeklinde sayılabilir. Kanun hükmünün yerine getirilmesi halinde, kanun bazen herkese veya belirli durumlarda bulunanlara yükümlülük getirir. Bu tarz durumlarda kanunun yerine getirilmesi hukuka uygunluk nedeni sayılır ve faile ceza verilmez. Meşru savunma, bir kişinin, kendisine başkasına yönelen saldırı karşısında, kendisini savunmak ve saldırıyı def etmek amacıyla, saldırıyla orantılı olacak şekilde saldırgana karşı güç kullanması anlamına gelmektedir280. Hakkın kullanılması, hukuk düzenince kişiye tanınmış hakkın, sınırlarının aşılmadan ve hakkın kötüye kullanılması içermeden kullanılması halinde eylemin hukuka uygun hale gelmesini ifade eder. Marka hakkına tecavüz suçu açısından da bu hukuka uygunluk nedenlerinden ilgilinin rızasından ve kanun hükmünün yerine getirmesi ve hakkın kullanılmasından bahsetmek mümkündür. Aşağıda ayrıntılı olarak açıklanacağı üzere hakkın kullanılması olarak da “markanın dürüstçe kullanımı” ve “marka hakkının tüketilmesi” hukuka uygunluk nedeni olarak SMK’ da düzenlenme alanı bulmuştur.
Marka Hakkına Tecavüz Suçunda Hukuka Uygunluk Nedenleri
İlgilinin Rızası
Bireyin üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabildiği bir hakkın varlığı halinde, suçla korunun hukuki değeri ihlal edilen kimsenin fiile rıza göstererek fiili hukuka uygun hale getirmesi mümkündür. Rıza açıklamasının bir hukuka uygunluk nedeni olabilmesi için rızanın suçun konusu üzerinde ve hukuken şahsa tanınan sınırlar içerisinde bir tasarrufta bulunulması gerekmektedir. İlgilinin rızası her durumda geçerli olmaz. Ancak mağdurun rızasının bir işleve sahip olduğu suçlarda hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilir. Marka hakkı da bireyin üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabileceği haklardan olduğundan bu suçta ilgilinin rızası hukuka uygunluk sebebini kabul etmek mümkündür. Marka hakkına tecavüz suçunun SMK’ da yer alan düzenlemesinde açıkça ilgilinin rızasından bahsedilmemiştir. Ancak suçun düzenlenme biçiminde yer alan fiillerin doğasında marka hakkı sahibinin rızasına aykırılık vardır. Bu açıdan marka hakkına tecavüz suçunun fiilleri olan iktibas ve iltibas kavramlarının her ikisinde de ilgilisinin rızasına aykırılık tipikliğin bir unsuru olarak da karşımıza çıkmaktadır. Rızanın geçerli olabilmesi için iradeyi sakatlayan sebeplerden biri ile sakatlanmamış olması gerekmektedir. Hile, tehdit şantaj gibi sebeplerle hukuka aykırı bir şekilde alınan rıza geçerli olmayacak ve hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilemeyecektir. Rıza verebilecek kişiler ancak marka hakkı sahipleri olabilirler. Rıza vermek kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğundan yasal veya iradi temsilci aracılıyla açıklanması kabul edilemez. Marka hakkı sahibinin birden fazla kişi olması halinde de tamamının rızası aranmaktadır. Rıza açıklaması suçun icra hareketleri tamamlanmadan yapılmalıdır. Suç tamamlandıktan sonra verilen rıza ancak icazet mahiyetinde olur ve suçun oluşmasını engellemez. Ancak marka suçları şikâyete bağlı suçlardan olduğundan marka hakkı sahibinin suç tamamlandıktan sonra dahi oluşan rızasını şikâyet hakkını kullanmayarak göstermesi mümkündür.
Hakkın Kullanılması
Markanın Dürüstçe Kullanımı
Markanın dürüst kullanımı 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu m. 7/5 de düzenlenmiştir. Marka hakkı sahipleri üçüncü kişilerin kendi ad ve adresini belirtecek şekilde kullanmasını engelleyemez. Ancak bu kullanımların üçüncü kişiler tarafından hayatın olağan akışın içerisinde ve dürüstçe yapılması gerekmektedir. Yine marka hakkı sahibi, üçüncü kişiler tarafından markasının malların veya hizmetlerin türüne, kalitesine, miktarına, kullanım amacına, değerine, coğrafi kaynağına, üretim veya sunuluş zamanına ya da diğer niteliklerine ilişkin açıklamalarda bulunulacak şekilde kullanılmasına veya malın ya da hizmetin kullanım amacının belirtilmesinin gerekli olduğu hâllerde aksesuar, yedek parça veya eşdeğer parça ürünlerinde markasının kullanılmasına engel olama- yacaktır.(SMK m.7) Bu maddede belirtilen şartlar dâhilinde gerçekleşen iyi niyetli kullanımlar, hukuka aykırı kabul edilemezler. Örneğin, sabunda yer alan “Lüks” markasının, üçüncü kişi tarafından şampuanlarda kaliteye vurgu yapmak için “Lüks Şampuan” şeklinde sıfat olarak kullanılması, Hacı Şakir isim ve soy isime sahip bir kişinin bu ismi sabun sektörü dışında kullanmasının bu kapsamda suç teşkil etmeyebilir. Konuya ilişkin birçok Yargıtay kararı bulunmakta olup bu kararlar ışığında markanın dürüst kullanım alanları daha kolay izah edilebilecektir. Nitekim Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 2013/22013 E., 2014/20585 K. ve 01.12.2014 tarihli hükmünde; “…Dosya kap- samında yapılan incelemede; katılan tarafından sanığa marka devri yapıldığına ilişkin devir sözleşmesinin bulunmadığı gibi katılan tarafından suç tarihi itibariyle adına tescilli bulunan “efulim” markasının kullanılmaması hususunda ihtarname çekilmesine rağmen sanık tarafından aynı markanın kullanılmasına devam edildiği, sanığın ticaret unvanında yazılı E.. ismini katılan adına tescilli bulunan markanın tıpatıp aynısı olarak kullanamayacağı ve bilirki- şi raporlarında da sanığın eylemlerinin marka hakkının ihlali niteliğinde bulunduğunun bildirildiği cihetle, sanığın atılı suçtan mahkumiyetine… 295“ Denilmek suretiyle dürüst kullanımın sınırları belirtilmiştir. Yine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 03.10.2003 tarih ve 2003/2346 E, 2003/8743 K. Sayılı kararı ile Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 09.02.2004 tarih ve 2003/6408 E, 2004/1022 K.296 Sayılı kararları da bu kapsamda görüşler içermektedir.
Marka Hakkının Tüketilmesi
Marka hakkının tüketilmesi 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu m. 152’de düzenlenmiştir. Bu kapsamda marka hakkı sahibi marka korumasına sahip mal veya hizmetleri hukuka uygun olarak piyasaya sunduktan sonra bu ürünler ile ilgili yapılacak fillere engel olamayacaktır. Ancak marka hakkı sahibi, üçüncü kişilerin bu ürünleri değiştirip kötüleştirerek ticari amaçla kullanması halinde bu kullanımı önleme hakkına sahiptir. Tükenme ilkesi kapsamında örneğin, bir otomobil firması, Türkiye’ de piyasaya sürdüğü otomobillerin ikinci el piyasasında satılmasına engel olmaz. Çünkü marka piyasaya sürüldüğü için marka hakkı sahibi tekel hakkını yitirmiş bulunur. Marka hakkının tüketilmesinden bahsedebilmek için iki şartın bulunması gereklidir. Bu şartlardan ilki malın Türkiye’ de piyasaya sürülmüş olmasıdır. İkinci şart ise malın piyasaya marka hakkı sahibi tarafından veya onun izni ile sunulmuş olması gerekmektedir. Bu şartların her ikisinin birlikte bulunması halinde marka hakkının tüketilmesinden bahsedilir. Bu şartların varlığı halinde de meydana gelen fiil hukuka uygun kabul edilir. Ancak kanuni düzenlemeden de anlaşıldığı üzere marka hakkı sahibinin malı piyasaya sürdükten sonra malın dolaşımına engel olabileceği istisnai bir düzeleme yapılmıştır. Malın değiştirilmesi, kalitesinin bozulması gibi hallerde piyasaya sunulmasına engel olunabilmektedir.