MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 17.11.2004 tarihli dava dilekçesiyle; müvekkili ile davalı şirket arasında 30.10.2003 tarihinde imzalanan avukatlık ücret sözleşmesine istinaden aynı tarihte davalı şirket tarafından vekâletname verildiğini, müvekkiline avukatlık hizmetleri karşılığında 30.000 Euro+KDV+stopaj ücret ödeneceğinin kararlaştırıldığını, müvekkilinin üzerine düşen yükümlülüklerini yerine getirmesine rağmen davalının 14.04.2004 tarihinde hiçbir sebep göstermeden müvekkilini vekâletten azlettiğini, azlin haksız olması nedeniyle ücretin tamamının ödenmesi gerektiğini, müvekkili tarafından peşin vekâlet ücreti olarak 15.000 Euro tahsil edildiğini, davalının 2.700 Euro+KDV bedelini ödemediğini ileri sürerek fazlaya dair her türlü talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla 19.431 Euro avukatlık ücreti alacağının aynen veya fiili ödeme tarihindeki TCMB efektif satış kuru karşılığı TL olarak dava tarihinden itibaren dövize uygulanan en yüksek mevzuat faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili; davacının davaya konu sözleşme çerçevesinde müvekkili şirketin dava dışı Blumaq Makine ve Yedekleri Ticaret Sanayi Limited Şirketindeki hisse ve haklarının Kamil Öz veya gösterilecek herhangi bir şahsa devri konusunda taraflar arasında gerekli uzlaşma zeminini hazırlamak konusunda üstlendiği edimi aradan geçen beş ay on beş günlük sürede tamamlayamadığını, süreçle ilgili bilgilendirilmediğini, azlin haklı olduğunu, davacının bakiye ücreti hak kazanamadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararı: 6. Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.12.2013 tarihli ve 2004/536 E., 2013/614 K. sayılı kararı ile; taraflar arasındaki avukatlık sözleşmesi çerçevesinde davalı şirket ile dava dışı Kamil Öz arasında 30.10.2003 tarihli “Ön Protokol” başlıklı belge düzenlendiği, davacı tarafından “Devir Sözleşmesi” başlıklı sözleşmenin hazırlanarak mesaj çekildiği, sonrasında karşı tarafın talepleri doğrultusunda daha detaylı bir devir sözleşmesi hazırlandığı ve tarafların atacakları imza kısmını boş bırakarak mesajla iletildiği, davalının azlin haklı nedene dayandığını ispat edemediği, davacının sözleşme gereğince görevlerini yaparken haksız şekilde azledildiği ve bu sebeple kararlaştırılan vekâlet ücretinin tamamını hak ettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince 09.04.2015 tarihli ve 2015/2414 E., 2015/11322 K. sayılı kararı ile; “ … Taraflar arasındaki 30.10.2003 tarihli sözleşmenin konusu davalının hissedarı olduğu bir başka şirketin dava dışı Kamil Öz veya gösterilecek bir kişiye devrinin anlaşma yolu ile sağlanmasıdır. Sözleşmeye konu devir anlaşmasının sağlanması halinde ücret olarak kararlaştırılan 30.000€+KDV+stopajın peşin ödenen ücretten mahsubundan sonra 3 gün içerisinde davacı vekile ödeneceği, anlaşmanın sağlanamaması veya dava yoluna gidlimesi (gidilmesi) gerekirse bu bedelin ödenmesinin dava sonuna kadar bekletileceği, vekilin işin halli sırasında müvekkilinin ihtilaflı olduğu taraftan gelecek her türlü teklifi, bilgiyi veya belgeyi derhal müvekkiline bildirip onun yazılı talimatı ile hareket edeceği, yazılı alınmayan talimatların geçersiz olduğu düzenlenmiştir. Vekilin özen ve hesap verme yükümlülüğüne ilişkin açıklanan yasal düzenlemeler ve davalının delil olarak sunulan, usul hukukunda iddiayı ispata elverişli delil olarak da kabul edilemeyecek, belgelere itirazları dikkate alındığında; sözleşmede her türlü iş ve talimatın yazılı alınması gerektiğinin de düzenlenmesi, bu halde vekilin hesap verme sorumluluğu bilinci ile hareket ederek işlemlerini akdi ve yasal zemine uygun usulle yerine getirmekte özen göstermesi gerektiği gerçeği karşısında, sözleşme ile ilgili iş ve işlemlerin olması gereken zaman zarfında ve gerektiği gibi ifa edildiği davacı tarafça ispatlanmış kabul edilemez. Bu itibarla üzerine aldığı işi davalı müvekkilinin talimatları doğrultusunda ve sözleşmeye uygun şekilde yerine getirdiğini ispat edemeyen davacı avukatın müvekkkili (müvekkili) olan davalı tarafından azlinin haklı olduğunun kabulü zorunludur. Bu halde mahkemece azlin haklı olduğu göz önünde bulundurularak davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulüne hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup kararın bozulmasını gerektirir … ” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı: 9. Mahkemece 21.06.2016 tarihli ve 2016/195 E., 2016/309 K. sayılı kararı ile; taraflar arasındaki sözleşmede talimatların kimden alınacağına yönelik bir kararlaştırma bulunmadığı, davacının şirket yetkililerini bilgilendirdiği, mail ve mesaj yöntemiyle aldığı talimatlar gereğince de protokol oluşturduğu, davacının protokol çerçevesinde işini yapmaya çalıştığı ve savsaklamadığı açık olduğundan azlin haklı kabul edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından davacı avukatın taraflar arasındaki avukatlık sözleşmesi çerçevesinde edimini gereği gibi ifa ettiğinin ve azlin haksız olduğunun kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle kısaca vekâlet sözleşmeleri ve avukatın vekâlet ilişkisi çerçevesindeki yükümlülüklerine değinmekte fayda vardır.
13. Vekâlet sözleşmesi mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 386/1. fıkrasında “Vekalet, bir akittirki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.” şeklinde tanımlanmıştır.
14. Vekâlet sözleşmesi ile vekil, müvekkiline karşı iş görme borcu altına girer. Hukuki fiillere ilişkin vekâlette vekil, müvekkilinin menfaatine olarak hukuki işlemler gerçekleştirmek, özellikle subjektif haklar iktisap etmek, kullanmak ve devretmeyi yükümlenir (Yalçınduran T., Vekalet Sözleşmesinde Ücret, Ankara 2007, s. 35).
15. Avukatlık sözleşmesi ise, her iki tarafa borç yükleyen, ücret karşılığında ivazlı nitelikte olan, belli bir hukuki yardımın yapılmasını öngören ve sözleşmenin bir tarafını mutlaka avukatın oluşturduğu sözleşme türüdür.
16. Avukat ile müvekkil arasında imzalanan sözleşme vekâlet sözleşmesi niteliğindedir. Ancak genel bir vekâlet sözleşmesinden farklı olarak 1136 sayılı Avukatlık Kanunu gereğince “ücret”, sözleşmenin zorunlu unsurudur. Avukat bu sözleşme ile hukuki yardımda bulunmayı müvekkil ise yapılan hukuki yardım karşılığında bir ücret ödemeyi üstlenmektedir (Kurtoğlu T., Akdi Vekalet Ücreti ve Avukatın Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2016, s. 24).
17. Vekâlet sözleşmesi iki tarafa borç yükleyen sözleşme türü olup, vekilin borçlarından biri de özen borcudur. BK’nın 390 maddesi; “Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.
Vekil, müvekkile karşı vekaleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.
Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur.” şeklinde düzenlenmiştir.
18. Avukatlık sözleşmesinde ise avukatın özen borcu, genel bir vekâlet sözleşmesi için BK’nın 390. maddesinden öngörülen özen borcuna göre daha ağır ve kapsamlıdır.
19. Gerçekten de 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 34. maddesinde yer alan “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.” şeklindeki düzenleme avukatın özen borcuna ilişkin öngörülmüş özel bir hükümdür.
20. Vekâlet sözleşmelerinde vekilin bir diğer yükümlülüğü hesap verme borcudur. BK’nın 392. maddesinin 1. fıkrası hükmü uyarınca, müvekkilin istemi hâlinde vekil, vekâlet sözleşmesi konusu olan ve yapmış bulunduğu işin hesabını ona vermek durumundadır. Bu borç, sözleşmenin kurulması ile doğar ve mutlak surette sözleşmenin ifasına bağlı olmaksızın hâlin icabına göre sözleşmenin sona ermesinden sonra da devam edebilir.
21. Dar anlamda hesap verme borcundan vekilin, müvekkilden veya üçüncü kişilerden aldığı değerler ve kendi ücret, masraf, tazminat alacakları hakkında bilgi ve hesap vermesi anlaşılırken, bu kavram geniş anlamıyla vekilin müvekkile bilgi verme zorunluluğunu da kapsar. Bir anlamıyla sadakat borcunun gereği olarak bilgi vermek yükümünün de bir türü olan bu borç vekilin başkasına ait bir iş görmesinin doğal sonucudur; gerçekten, işi görülen kimsenin (müvekkilin) işe başlanıp başlanmadığını, işin nasıl yürütüldüğünü ve sonuçlandırıldığını bilmeye ihtiyacı vardır.
22. İş sahibi vekâlet sözleşmesinin kurulması sırasında veya sonrasında vekiline kendisine tevdi edilen işi nasıl göreceğini belirten talimatlar verebilir. Vekil görevini yerine getirirken, müvekkilinin talimatlarına haksız, hukuka veya dürüstlüğe aykırı olmadıkça uymak zorundadır.
23. Avukatlık sözleşmesinde de avukat aynı yükümlülükler altındadır ve bu borca aykırı davranması “haklı azil” gibi ücret talep hakkını dahi ortadan kaldıran, şartları mevcut ise tazminat ödeme yükümlülüğü gerektiren ağır hukuki sonuçlara bağlanmıştır. Ayrıca bu borca aykırılık çoğu zaman disiplin cezasını gerektirmekte, hatta görevi ihmal ya da görevi kötüye kullanma suçları kapsamında avukatın cezai sorumluluğuna neden olabilmektedir. Nitekim Avukatlık Kanunu’nun 174/2. maddesinde “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez” hükmü mevcut olup buna göre avukatın kusur ve ihmaline dayalı olmaksızın yapılan haksız azil sonucunda, avukatın vekâlet ücretinin tamamı, dava lehe sonuçlanıp kesinleşmiş gibi, muaccel hâle gelecekken haklı bir nedenle azledildiği takdirde avukat azil tarihine kadar sonuçlandırılmış işler dışında ücrete hak kazanamaz ve hakkaniyet ilkesi çerçevesinde ücrete hak kazanıldığından da söz edilemez.
24. Konuya ilişkin mevzuat hükümleri ve ilkeler ortaya konulduktan sonra, somut olayda davacı avukat haksız azledilmesi nedeniyle bakiye ücret alacağının doğduğunu ileri sürerken davalı avukatın edimini gereği gibi ifa etmediğini bu nedenle azlin haklı olduğunu savunduğundan, taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin değerlendirilmesi gerekir.
25. Taraflar arasında 30.10.2003 tarihli “Avukatlık Ücret Sözleşmesi” başlıklı sözleşme imzalanmış olup buna göre davacı avukat, davalının sahip olduğu şirket hisselerinin üçüncü bir kişiye devrinin anlaşma yoluyla sağlanmasına yönelik vekil sıfatıyla verilecek hizmetleri ifa etmekle yetkilendirilmiş, sözleşme ile aynı tarihte verilen vekâletname ile vekil kılınmıştır. Buna göre davacının ücreti 30.000 Euro olarak belirlenmiş ve bu bedelin yarısı peşin olarak ödenmiş, bakiyesinin ise sözleşmenin A/6. maddesine göre devir anlaşmasının gerçekleşmesini müteakip ödeneceği belirlenmiştir.
26. Sözleşmenin A/4. maddesinde avukatın işin hâlli sırasında müvekkilinin ihtilaflı olduğu taraftan gelecek her türlü teklifi, bilgiyi veya belgeyi derhâl müvekkiline bildireceği ve gereken talimatları yazılı olarak müvekkilinden alacağı, yazılı alınmayan talimatların geçersiz olacağı kararlaştırılmıştır.
27. Davalının sözleşmede açıkça kararlaştırılmasına rağmen davacının kendisini bilgilendirmediği yönündeki cevabı üzerine davacı tarafça dosyaya birtakım sözleşme taslakları ve elektronik posta görüntüleri sunulmuş ve bilgilendirme ile talimat alınması işlemlerinin gereği gibi yerine getirildiği iddia edilmiştir. Davalı sunulan bu karşı delilleri kabul etmemiş, hiçbirinden haberdar olmadıklarını, elektronik postaların muhatabının şirket yetkilileri olmadığını ve her seferinde farklı adreslerle yazışma yapıldığı gibi bu kişilerle de bağlantılarının bulunmadığını ifade etmiş, aksini davacının ispatlaması gerektiğini savunmuştur.
28. Davalının savunmasının mahiyetine göre davacı avukat usulüne uygun şekilde müvekillinin yazılı talimatları ile işlem yaptığını, başka bir anlatımla özen ve hesap verme borcunu gereği gibi ifa ettiğini ispata elverişli delil sunmalıdır. Ne var ki dosyaya bu yönde sunulan ve davalı tarafça kabul edilmeyen, imza ihtiva etmeyen, ilgili yetkilinin elektronik posta adresine gönderildiği ispatlanamayan elektronik postaların ve suretten ibaret sözleşme taslaklarının delil gücünün olmadığı, davacı avukatın çalışma ve bilgilendirmelerini usule ve aralarındaki sözleşmeye göre ifa ettiğinin ortaya konulamadığı açıktır.
29. Hâl böyle olunca davacının sözleşmeyle yüklendiği iş ve işlemleri gereği gibi ifa ettiği kabul edilemeyeceğinden azlin haklı olduğu gözetilerek bakiye ücret talebinin reddedilmesi gerekir.
30. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; davaya konu sözleşmenin münhasıran avukatlık mesleğinin yapabileceği işlere ilişkin olmadığı, uyuşmazlığın hukuk müşavirliği sözleşmesinden kaynaklandığı, bu durumda Avukatlık Kanunu’nun uygulama yeri bulmayacağı ve BK’nın vekâlet sözleşmelerine ilişkin genel hükümler çerçevesinde ihtilafın çözümlenmesi gerektiği, direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulmasının yerinde olacağı yönünde dile getirilen görüş, yukarıda açıklanan nedenler ve gerek mahkeme gerekse Özel Dairece uyuşmazlığın avukatlık ücret sözleşmesi olarak nitelendirilmesi ve direnilen hususun yalnızca azlin haklı olup olmadığı noktasında toplanması, bunun yanında taraflar arasındaki sözleşmede üstlenilen devir işlemlerinde anlaşmanın sağlanamaması ve dava yoluna gitmesi hâlinde buna ilişkin iş ve işlemlerin de davacı avukatça yürütüleceği ve bu durumda sair yönlerin ayrıca düzenleneceğinin kararlaştırılmış olması gözetilerek Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
31. Yeri gelmişken, direnmeye ilişkin gerekçeli kararın başlık kısmında dava tarihinin 19.11.2004 olması gerekirken 12.04.2016 olarak gösterilmesinin mahallinde her zaman düzeltilebilir maddi hata teşkil ettiği değerlendirilerek bozma nedeni yapılmadığı belirtilmelidir.
32. Sonuç olarak Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen bozma kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
33. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 29.04.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacı vekili 17.11.2004 tarihli dava dilekçesiyle; müvekkili ile davalı şirket arasında 30.10.2003 tarihinde imzalanan avukatlık ücret sözleşmesine istinaden aynı tarihte davalı şirket tarafından vekâletname verildiğini, müvekkiline avukatlık hizmetleri karşılığında 30.000 Euro+KDV+stopaj ücret ödeneceğinin kararlaştırıldığını, müvekkilinin üzerine düşen yükümlülüklerini yerine getirmesine rağmen davalının 14.04.2004 tarihinden hiçbir sebep göstermeksizin müvekkilini vekâletten azlettiğini, haksız azilden dolayı ücretin tamamının ödenmesi gerektiğini, müvekkili tarafından peşin vekâlet ücreti olarak 15.000 Euro tahsil edildiğini, davalının 2.700 Euro KDV bedelini ödemediğini ileri sürerek fazlaya dair her türlü talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla 19.431 Euro avukatlık ücreti alacağının aynen veya fiili ödeme tarihindeki TCMB Efektif Satış Kuru karşılığı TL olarak dava tarihinden itibaren dövize uygulanan en yüksek mevzuat faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; müvekkil şirketin dava dışı/Blumaq Makine ve Yedekleri Ticaret Sanayi Limited Şirketindeki hisse ve haklarının Kamil Öz veya gösterilecek herhangi bir şahsa devri konusunda taraflar arasında gerekli uzlaşma zeminini hazırlayamadığını, davacının beş ay on beş günlük sürede sözleşme konusu işi tamamlayamadığını, azlin haklı olduğunu, davacının bakiye ücreti hak kazanamadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece taraflar arasındaki avukatlık sözleşmesi çerçevesinde davalı şirket ile dava dışı Kamil Öz arasında 30.10.2003 tarihli “Ön Protokol” başlıklı belge düzenlendiği, davacı tarafından “Devir Sözleşmesi” başlıklı sözleşmenin hazırlanarak mesaj çekildiği, sonrasında karşı tarafın talepleri doğrultusunda daha detaylı bir devir sözleşmesi hazırlandığı ve tarafların atacakları imza kısmını boş bırakarak mesajla iletildiği, davalının azlin haklı nedene dayandığını ispat edemediği, davacının sözleşme gereğince görevlerini yapar iken haksız şekilde azledildiğinin kabul edilmesi gerektiği, bu çerçevede hazırlanan bilirkişi raporuna göre azil tarihi olan 14.04.2004 tarihi itibariyle davacı alacağının (bakiye 15.000 Euro + KDV + 2.700 Euro peşin ödemenin KDV’si olmak üzere toplam ) 20.400 Euro olduğu, davacının, 2.000 Euro iş avansı aldığı, bu avansın 1.031 Eurosunu kullandığı, bakiye 969 Euro avans mahsup edildiğinde davacının 19.431 Euro alacağı kaldığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, bu bedelin fiili ödeme günündeki Türk Lirasının karşılığının davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyiz itirazlarını inceleyen Özel Daire “ … Taraflar arasındaki 30.10.2003 tarihli sözleşmenin konusu davalının hissedarı olduğu bir başka şirketin dava dışı Kamil Öz veya gösterilecek bir kişiye devrinin anlaşma yolu ile sağlanmasıdır. Sözleşmeye konu devir anlaşmasının sağlanması halinde ücret olarak kararlaştırılan 30.000€+KDV+stopajın peşin ödenen ücretten mahsubundan sonra 3 gün içerisinde davacı vekile ödeneceği, anlaşmanın sağlanamaması veya dava yoluna gidlimesi (gidilmesi) gerekirse bu bedelin ödenmesinin dava 3/2 sonuna kadar bekletileceği, vekilin işin halli sırasında müvekkilinin ihtilaflı olduğu taraftan gelecek her türlü teklifi, bilgiyi veya belgeyi derhal müvekkiline bildirip onun yazılı talimatı ile hareket edeceği, yazılı alınmayan talimatların geçersiz olduğu düzenlenmiştir. Vekilin özen ve hesap verme yükümlülüğüne ilişkin açıklanan yasal düzenlemeler ve davalının delil olarak sunulan, usul hukukunda iddiayı ispata elverişli delil olarak da kabul edilemeyecek, belgelere itirazları dikkate alındığında; sözleşmede her türlü iş ve talimatın yazılı alınması gerektiğinin de düzenlenmesi, bu halde vekilin hesap verme sorumluluğu bilinci ile hareket ederek işlemlerini akdi ve yasal zemine uygun usulle yerine getirmekte özen göstermesi gerektiği gerçeği karşısında, sözleşme ile ilgili iş ve işlemlerin olması gereken zaman zarfında ve gerektiği gibi ifa edildiği davacı tarafça ispatlanmış kabul edilemez. Bu itibarla üzerine aldığı işi davalı müvekkilinin talimatları doğrultusunda ve sözleşmeye uygun şekilde yerine getirdiğini ispat edemeyen davacı avukatın müvekkkili (müvekkili) olan davalı tarafından azlinin haklı olduğunun kabulü zorunludur. Bu halde mahkemece azlin haklı olduğu göz önünde bulundurularak davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulüne hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup kararın bozulmasını gerektirir … ” şeklindeki gerekçe ile hüküm bozulmuş, sonrasında davacı vekilinin karar düzeltme istemi yerinde görülmeyerek reddedilmiştir.
Bozma kararı üzerine Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmede talimatların kimden alınacağına yönelik bir kararlaştırma bulunmadığı, davacının şirket yetkililerini bilgilendirdiği, mail ve mesaj yöntemiyle aldığı talimatlar gereğince de protokol oluşturduğu, davacının protokol çerçevesinde işini yapmaya çalıştığı ve savsaklamadığı açık olduğundan azlin haklı kabul edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında düzenlenen 30.10.2003 tarihli sözleşmenin konusu “BLUMAQ S.A.’nın hissedarı olduğu BLUMAÛ MAKİNE ve YEDEKLERİ TİC. SAN. LTD ŞTl.’deki hisse ve haklarının herhangi bir şahsa devrinin anlaşma yolu ile sağlanmasına yönelik vekil sıfatı ile verilecek hizmetin ücret sözleşmesidir.” olarak belirtilmiş olup sözleşme şartları başlığı altında düzenlenen B -3 maddesinde “Dava yoluna gidilmesi zorunluluğu doğması halinde diğer şartlar ayrıca taraflar arasında kararlaştırılır.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Bu durumda eldeki davada taraflar arasındaki sözleşmenin tartışılması gerekmektedir.
Avukatlık Kanununun, Avukatlığın amacı başlığı altında düzenlenen 2’nci maddesinde: “(Değişik birinci fıkra : 2/5/2001 – 4667/2 md.) Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.” şeklinde düzenlenmiş olup , yalnız avukatların yapabileceği işler başlıklı 35’inci maddesinde: “ (Değişik: 26/2/1970 – 1238/1 md.) Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre, avukat ile iş sahibi arasında düzenlenen her sözleşme Avukatlık Kanunu kapsamında değerlendirilemez. Avukata kişiye bir iş görülmesine yönelik vekâlet verilmesi, Avukatlık Kanunu kapsamında bir iş verildiği anlamına gelmez. Avukat ile iş sahibi arasındaki sözleşmenin Avukatlık Kanunu kapsamında değerlendirilmesi için söz konusu işin Avukatlık Kanununun 35. maddesinde düzenlenen yalnız avukatların yapabileceği işlerden olması gerekmektedir. Bunun dışında kalan işler açısından Borçlar Kanunundaki genel vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümlerin uygulanması gerekir.
Yukarıda belirtildiği üzere taraflar arasındaki sözleşmede “Dava yoluna gidilmesi zorunluluğu doğması halinde diğer şartlar ayrıca taraflar arasında kararlaştırılır” şeklinde anlaşma yapıldığı dolayısı ile bu sözleşmenin dava takibini kapsamadığı açıktır. Bu hâlde avukat olmayan bir kişide genel vekâlet sözleşmesine dayalı iş bu sözleşme yapmaya engel bir durum yoktur.
Bu nedenle, iş bu sözleşmede sözleşme başlığına “avukatlık sözleşmesi” yazılması sözleşmenin tamamı değerlendirildiğinde yanlış bir nitelendirme olduğu, kaldı ki bir sözleşmenin başlığının içeriğine uyumlu olması zorunluluğu karşısında sadece başlıkta yer alan ve sözleşme içeriği ile uyumlu olmayan nitelendirmenin bu olay açısından avukatlık kanununu uygulanmasını gerektirmeyecektir.
Avukat ile iş sahibi arasında iş sahibinin eldeki olayda olduğu gibi belirli bir işinin yapılması hususunda verilecek yardımlar hukuki müşavirlik sözleşmesi niteliğinde olup, avukat müşavir avukat durumundadır. Dosyadan da anlaşıldığı üzere Avukat sözleşmelerin hazırlanması ve taraflarca imzalanması için hazırlıklar yapıp, bizzatihi vekil olarakta bir işlem yapmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda Avukat ile iş sahibi arasındaki uyuşmazlığın Avukatlık Kanununun 164. maddesi gereğince çözülmesi mümkün olmayıp, Borçlar Kanunu genel hükümlere, dolayısı ile taraflar arasındaki sözleşme hükümleri değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden, kararın bu gerekçe ile bozulması düşüncesiyle çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.