MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 26.11.2009 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkili şirkete Özel Otomobil Paket Sigorta Poliçesi ile sigortalanan aracın davalı şirketin güvenliğinden sorumlu olduğu mahaldeki ihmali sonucunda 05.05.2009 tarihinde çalındığını, araç bedeli olarak belirlenen 141.155,00TL’nin sigortalıya 04.08.2009 tarihinde ödendiğini ve müvekkili şirketin 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 1301. maddesi uyarınca sigortalısının haklarına halef olduğundan kusur nispetine göre davanın açıldığını ileri sürerek 141.155,00TL tazminatın 04.08.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 16.02.2010 havale tarihli cevap dilekçesinde; davacının sigortalısı ile müvekkili şirket arasında akdedilmiş güvenlik sözleşmesi bulunmadığından husumetin kendilerine yöneltilemeyeceğini, güvenlik sözleşmesi yapılan Konut Yapı Kooperatifinin büyük bir alana yayıldığını ve idari anlamda bağımsız bir site hüviyetine sahip bulunmadığını, bu nedenle Özel Güvenlik Şirketinin kendisine verilmiş birçok yetkiyi de kullanamadığını, Kooperatifte araç ve insan girişinin davalı tarafça sorgulanamadığını, sözleşmeye dayalı kusur sorumluluğunun esas alınması hâlinde davacının sigortalısının tam kusurlu olduğunu, zira 03.05.2009 tarihinde sigortalının evinin soyulması sonucunda yedek anahtarlarının da alındığını, iki gün sonra araç evinin önünde bulunmakta iken aracın yedek anahtarların kullanılması suretiyle çalındığını, gizli kamera ve alarm sistemi ile korunmakta olan konutta olayın olduğu gün her iki sistemin de çalışmadığını, ilk hırsızlık olayından iki gün geçmesine rağmen aracın yedek anahtarlarının değiştirilmediğini ve aracın iki gün boyunca kullanıldığını, Kooperatifin özel bir park alanının bulunmadığını Kooperatifte ikamet eden şahısların ve misafirlerin araçlarını yol kenarına park ettiklerini, çalınan aracın özel güvenliğe anahtarları ile birlikte teslim edilmediğini, sigortalının aracını hırsızın bulması en kolay yer olan evinin önüne park ettiğini, aracın çalındığı esnada güvenlik kapısından uzaktan kumanda kullanmak sureti ile site dışına çıkarıldığını, sigorta şirketinin çalınan aracın piyasa değerini araştırarak ödeme yapmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı: 6. İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 04.03.2014 tarihli ve 2013/76 E., 2014/44 K. sayılı kararı ile; davacı tarafın kasko sigortası uyarınca davacının çalınan aracının bedelini ödeyerek onun haklarına halef olduğu, sigortalı hangi haklara sahipse davacının da o hakları kullanacağı, 03.05.2009 tarihinde davacının sigortalısının evinde hırsızlık olayı olduğu, sigortalının Çengelköy Sabancı Emniyet Müdürlüğüne verdiği 04.05.2009 tarihli ifadesinde hırsızlık esnasında davaya konu aracın anahtarlarının çalındığını yeni fark ettiğini bildirdiği, araç anahtarını çalanın kısa bir süre sonra aracı da çalmak için geleceğinin açık olmasına rağmen sigortalının aracın anahtarını değiştirmediği, bu araçların anahtarlarının Borusan Otomotiv. Paz. Tic. AŞ tarafından değiştirildiği, 14.02.2013 tarihli yazıya göre 140.00TL bedel ödemek suretiyle yarım saat içinde anahtarının değiştirilebileceğinin anlaşıldığı, aracın anahtarı değiştirilinceye kadar kapalı bir garajda saklanması mümkün olmasına rağmen sigortalının bunu yapmadığı, hırsızlık vakasının vuku bulduğu Ata 2 Sitesinin mahkemece yakinen bilindiği, yaklaşık on iki bin kişinin yaşadığı Anadolu’nun büyük bir ilçesinin sahası kadar geniş bir yer olduğu, Kooperatif arsası 2B kapsamında olduğundan kooperatif adına olan tapuların iptal edildiği, olay tarihi itibariyle yaşayan herkes ne olacak düşüncesi içinde olduğu için güvenlik kamerasının dahi kurulamadığı, bu kadar geniş bir yerin güvenliğinin sağlanmasının son derece zor olduğu, bu kadar geniş ve nüfusa sahip yerde sitenin yukarıda açıklanan özel durumu da göz önüne alındığında her araç için güvenlik sağlanmasının mümkün olmadığı, kaldı ki sigortalının aracın anahtarını güvenliğe vermek suretiyle ve güvenlik kapısına yakın bir yere park etmek suretiyle güvenliğe emanet etmesi mümkün iken bunu da yapmadığı, sigortalının evinde çalınan yedek anahtarla hırsızlar tarafından aracın götürüldüğü, hırsızların başka bir yerde kumanda temin etmesi mümkün olduğu gibi araçlar dışarıda gelirken her sitede yeterli şekilde denetlenirken anahtarla içerden dışarıya çıkışlarda denetlenme ihtiyacı duyulmadığının da ortada olduğu, aracın anahtarının çalındığının güvenliğe bildirildiği hususu iddia edilmiş ise de bu iddianın kanıtlanamadığı, aracın kilidindeki emniyet nedeniyle ancak anahtarı ile götürülmesinin mümkün olduğu, sigortalının aracın yedek anahtarının çalındığını güvenliğe haber verdiği ispatlanamadığından güvenlik tarafından bu kadar kalabalık bir sitede aracın sahibi tarafından çıkarılmakta olduğunun düşünülmesi ve müdahale edilmemesinin kuvvetle muhtemel görüldüğü, sitede güvenlik kamerası bulunmamasının sitenin dolayısıyla sigortalının kusuru olduğu, site giderlerinin fazlalaşması için yaptırılmadığının anlaşıldığı, sitenin geniş bir alana yayılmış olması yukarda açıklandığı gibi çok kalabalık bir nüfusa sahip olması karşısında aracın bu şartlarda güvenliğinin sağlanamayacağını kapıdan geçmesinin mümkün olduğunu sigortalının da bilmesi ve gerekli tedbirleri alması gerektiği, almadığı anahtarı ç alan hırsızlara adeta davetiye çıkardığı, olayın bu özellikleri ve davalı tarafça güvenliği sağlanan sitenin özel konumu göz önüne alındığında davalı şirketin, sigortalının zararını önlenmesi imkânsızlık nedeniyle mümkün olmadığından, zararla davalının görevi arasında yakın illiyet bağı bulunmadığından bilirkişi heyetinde ayrı görüş sahibi Ceyhun Nayman’ın muhalefet görüşünün benimsendiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı: 7. İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 10.07.2014 tarihli ve 2014/13663 E., 2014/11219 K. sayılı kararı ile; “ … TTK. 1301. maddesi gereğince sigorta şirketi ancak sigorta poliçesi çerçevesinde ödemekle yükümlü olduğu tazminatı ödedikten sonra zarar sorumlularına rücu edebilir. Bunun dışında k alan hallerde yapılan ödemelerden dolayı sigorta şirketinin rücu davası açması mümkün değildir. Ancak dava dışı sigorta ettiren uğradığı zarar nedeniyle davalıdan talep edebileceği alacağını BK.162 ve devamı maddeleri uyarınca davacı şirkete temlik etmiş ise, davacının, sigorta ilişkisi dışında, alacağın temliki hükümlerine göre de talep hakkı bulunmaktadır.
Mahkemece davacının sigortalısına kasko sigortası teminatı kapsamında olmayan bir zararı ödediği kabul edilmişse de, dosyada mevcut 15.07.2009 tarihli ibraname içeriğinden, dava dışı sigorta ettirenin 141.155,00 TL tazminat karşılığında dava konusu hırsızlık nedeniyle uğradığı zarara ilişkin üçüncü kişilere karşı talep ve dava haklarını, ödenen tazminat kadar davacı … şirketine devrettiği anlaşılmakla BK.162 ve devamı maddeleri uyarınca değerlendirilme yapılıp genel hükümlere göre tarafların delilleri toplanıp davalının kusurlu olup olmadığı belirlenerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir … ” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı: 9. İstanbul Anadolu 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 24.02.2015 tarihli ve 2014/1565 E., 2015/137 K. sayılı kararı ile; bozma ilamında belirtilenlerin aksine mahkemenin dava rücuen tazminat davası olduğundan sigortalının kendi hakları göz önüne alınarak davalı tarafın kusurlu olup olmadığının incelendiği ve sigortalının zararı ile hırsızlık olayı arasında uygun illiyet bağı bulunmadığı, davalı güvenlik şirketinin zararı tazmin etmesini gerektirir kusurunun bulunmadığı hususlarının kararda yeterince tartışılarak buna göre davanın reddine karar verildiği, açıklanan nedenle sigortalının haklarını daha önce sigorta şirketine temlik etmiş olmasının sonuca etkisinin bulunmadığı gibi kararda zararın sigorta kapsamında kaldığının kabul edildiği ve sigortalının davalıdan istemeyeceği davacı tarafın da halefiyet yoluyla isteyemeceği belirtilmek ve kabul edilmek suretiyle hüküm kurulduğu gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayın mahkemece 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 1301. maddesi uyarınca mı yoksa genel hükümler uyarınca mı değerlendirildiği, bu kapsamda yapılan inceleme ve araştırmanın yeterli olup olmadığı ve burada varılacak sonuca göre dosya kapsamında bulunan ibraname içeriğine göre davacının 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 162. maddesi kapsamında talep hakkının bulunduğu dikkate alınarak genel hükümler uyarınca değerlendirme yapılıp, tarafların delilleri toplanıp davalının kusurlu olup olmadığı belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE 12. Dava, davacının kasko sigorta sözleşmesi kapsamında ödediği bedeli, aracın çalınmasında kusurlu olduğu gerekçesiyle davalı güvenlik hizmetleri şirketinden tahsili istemine ilişkindir.
13. Kasko sigortası niteliği itibari ile mal/ zarar sigortaları türünden olan karma bir sigorta sözleşmesidir. Zarar sigortası olduğundan sebepsiz zenginleşme yasağı kuralı gereğince sigortacı ancak geçerli bir sigorta sözleşmesinin kurulması sonucu oluşan gerçek zarar miktarından poliçe limitleri ile sınırlı olarak sorumludur. Gerçek zarar miktarının belirlenmesinde poliçede yer alan genel ve özel şartlardaki hükümler de dikkate alınır.
14. Olayın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunup somut olaya uygulanması gereken 6762 sayılı TTK’nın 1278. maddesinde; “Mukavelede aksine hüküm olmadıkça sigortacı, sigorta ettiren veya sigortadan faydalanan kimsenin yahut fiillerinden hukukan mesul bulundukları kimselerin kusurlarından doğan hasarları tazmin ile mükelleftir. Fakat hiç bir halde sigortacı sigorta ettiren veya sigortadan faydalanan kimsenin kasdından veya aksi mukavelede yazılı değilse sigorta edilen malın ayıbından doğan hasarları tazmine mecbur olmaz.” hükmü mevcut olup, koruma tedbirleri ise 1293. maddede; “ Sigorta ettiren kimse zararı önlemeye, azaltmaya ve hafifletmeye yarıyacak tedbirleri almakla mükelleftir. Alınan tedbirlerden doğan masraflar bu tedbirler faydasız kalmış olsa b ile sigortacı tarafından ödenmek lazımdır; şu kadar ki; sigorta, menfaat değerinin tamamına taalluk etmiyorsa vaki masraflar ancak sigorta bedelinin menfaat değerinin tamamına olan nispetine göre ödenir. 1292 nci maddenin son fıkrası hükmü burada da tatbik olunur.” şeklinde düzenlenmiştir.
15. Yukarıdaki maddelerde bahsi geçen kast ve kusur kavramları Borçlar Kanunu’ndaki gibidir. Kast sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi, kusur ise zarara yol açan sonucun ortaya çıkmaması için gerekli özenin gösterilmemiş olmasıdır. Herkesçe gösterilmesi gereken özen yükümlülüğünün ihlalinde ise ağır kusurdan söz edilecektir. Sigorta ettiren rizikonun gerçekleşmesine kusuruyla sebebiyet verdiğinde kural olarak sigortacı sorumluluktan kurtulmaz. Bu noktada, rizikonun gerçekleştirilmesine ilişkin hasarı tazmin yükümlülüğü ile rizikonun oluşmaması için önlem alma yükümlülüğü arasındaki ilişkinin de iyi belirlenmesi gerekmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki; rizikonun gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğu durumlarda, sigorta ettiren zararın önlenmesi amacıyla önlem almakla yükümlüdür. Bu önlemlerin ihmali, rizikonun gerçekleşmesine kusurla sebep olunması anlamına gelecektir. Çünkü önlem alındığı takdirde riziko gerçekleşmeyecek ve zarar oluşmayacaktı. Rizikonun kusurla gerçekleştiği ve bu durumun sigorta sözleşmesinde teminatın işlemesine engel olacağına ilişkin bir hüküm yer almadığında sigortacı 1278. madde uyarınca zarardan sorumlu olacaktır. Buna karşın, zararı önleyici önlem alma yükümlülüğünün çiğnendiği kabul edilirse sigortacı kusurun ağırlığına göre sorumluluktan kısmen kurtulabilecektir. 1293. maddedeki zararın önlenmesine yönelik önlem alma yükümlülüğünün, rizikonun gerçekleşmesi öncesinde, rizikonun gerçekleşme olasılığının “yüksek” olduğu hâllerde değil, “kesin” (kısa bir süre içerisinde mutlaka gerçekleşecek bulunduğu) hâllerde devreye gireceği kabul edilmelidir (Ünan,
S: Türk Ticaret Kanunu Şerhi, Altıncı Kitap, Sigorta Hukuku C.1, s. 297,298).
16. Zararı önleme ve azaltma görevi, sigorta teminatına dâhil olan bir rizikodan kaynaklanan ve sigorta sözleşmesi uyarınca sigortacı tarafından karşılanması gereken zararlar için söz konusudur. Teminat dışında k alan zararlar için sigortacının sorumluluğu olmayacağından, bunların önlenmesi veya azaltılması bütünüyle yalnızca sigorta ettireni ilgilendiren bir husustur. Sigorta ettirenin rizikonun gerçekleşmesine yol açabilecek bir duruma sebep olması (mesela motorlu aracının anahtarlarını özensiz davranış sonucu çaldırmış olması veya araçtan anahtarı üzerinde bırakarak uzaklaşması) ve rizikonun da arada zaman aralığı olmadan gerçekleşmesi hâlinde rizikoyu kusurla gerçekleştirme veya rizikonun gerçekleşmesine kusur ile sebep olma/katkıda bulunma söz konusudur. Bu gibi durumlarda zararı önleme ve azaltma görevi kural olarak devrede değildir. Zararı önleme görevi, rizikonun gerçekleşmesi (veya gerçekleşeceğinin mutlak bir nitelik kazanması) aşamasından başlayarak söz konusu olur. Bununla birlikte, zarar olasılığının belirdiği an ile rizikonun gerçekleştiği an arasında sigorta ettirenin davranışı sebebiyle riziko ağırlaşmış olabilir. Mesela, anahtarların yitirilmiş (olasılıkla çalınmış) bulunduğu hâllerde, eğer sigorta ettiren kilidi değiştirme girişiminde bulunmayı sürekli erteler ve uzun zaman sonra hırsızlık gerçekleşirse, burada rizikoyu ağırlaştırma hâlinin varlığını benimsemek uygun olur (Ünan, 518 vd).
17. Burada müterafik kusurdan da bahsetmekte yarar bulunmaktadır. Zararın meydana gelmesinde veya artmasında zarar görenin de kusurunun bulunması hâlinde söz konusu olan müterafik kusur 818 sayılı BK’nın 44. maddesinde (6098 sayılı TBK md. 52) düzenlenmiştir. Buna göre zarara uğrayan, zarar doğuran eyleme razı olmuş veya kendisinin sebep olduğu hâl ve şartlar zararın meydana gelmesine etki yapmış veya tazminat ödevlisinin durumunu diğer bir surette ağırlaştırmış ise, hâkim tazminat miktarını hafifletebilir. Müterafik kusur indiriminde her somut olayın özelliğine göre olayın meydana geliş tarzı ve zararın artmasında zarar görenin kusurlu davranışının sonuca etkisi değerlendirilerek uygun oranda bir indirim yapılmasını gerektirir ve zarar görenin müterafik kusurunun tespiti hâlinde BK’nın 44. maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse Yargıtay içtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır.
18. Zararla sonuçlanan hukuka aykırı bir davranışta bu maddenin uygulanabilmesi için öncelikle ortak kusurun belirlenmesi gerekir. Bunun için de zarar görenin zarardan kaçınma görevini yerine getirmemesi ile ortaya çıkan davranışının objektif ölçütlerle (kusurun objektifleştirilmesi) bir kusur sayılıp sayılamayacağı ve bu kusurun zararın meydana gelip gelmemesinde bir payı (illiyet bağı) olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır. Ortak kusurun varlığı hâlinde, hâkim, ortak kusurun tazminata etkisini başka bir anlatımla bunun ” bir tenkis sebebi” mi, yoksa “ zarar ziyan hükmünden tamamen sarfınazar edilebilecek bir sebep” mi olduğunu takdir edecektir. Hâkim bu yolda takdir hakkını kullanırken hak ve adalete uygun sonuca varacak bir yol izlemelidir. Bunun için de, her şeyden evvel, maddenin amacının iyi bilinmesi gerekir. Türk pozitif hukukunda Borçlar Kanunu’nun 44/1.maddesinin (hiç bir kimse kendi kusurundan yararlanamaz) ilkesine dayandığı kabul edilmektedir. Bu ilke hak ve adalet düşüncesine de (M.K. md. 2) uygun düşmektedir. Zarar gören kendi davranışıyla zarara neden olmuş ise bu zarar başkasına yüklenmemeli payı ayrılmak suretiyle zarar verenin sorumlu olacağı miktar tespit edilmelidir (Tandoğan, H.: Türk Mesuliyet Hukuku Sh.319; Schönenberger, O., Borçlar Hukuku, Adalet Bakanlığı yayını, Recai Seçkin çevirisi sh. 409). Maddenin bu amacı göz önüne alındığında; gerçek amacın ortak kusur hâlinde zararın bu kusura isabet payının indirilmesi olduğu; zarardan tamamen vazgeçilmesinin ise, istisnai bir durum olduğu kabul edilmelidir (Schönenberger, s. 411). İşte maddenin belirlenen bu amacı altında bir değerlendirme yapılırken, zarar verenin ve zarar görenin olay içindeki ortak kusurlu davranışlarının nedeni, çeşidi (kast-ihmal) ve zararlı sonuç ile birbirlerinin kusurlarına etki dereceleri göz önünde bulundurulmalıdır.
19. Öğretide sigortacının halefiyeti; “ zarar gören sıfatı ile sigorta ettiren rizikonun gerçekleşmesi sebebiyle meydana gelen zararlar için üçüncü şahsa karşı herhangi bir hukuki sebebe binaen tazminat alacağına sahip ise, bu hakkın ödenen sigorta tazminatı miktarınca kanun icabı sigortacıya geçmesi hali” olarak tanımlanmaktadır (Omağ, M. K.: Türk Hukukunda Sigortacının Kanuni Halefiyeti, İstanbul, 2011, s. 53; Ulaş, I.: Uygulamalı Zarar Sigortaları Hukuku, Ankara, 2012, s. 224; Kender, R.: Türkiye’de Hususi Sigorta Hukuku, İstanbul, 2017, s.371).
20. 6762 sayılı TTK’da halefiyetin tanımına yer verilmemekle, 1301. maddesinde; “ Sigortacı sigorta bedelini ödedikten sonra hukukan sigorta ettiren kimse yerine geçer. Sigorta ettiren kimsenin vaki zarardan dolayı üçüncü şahıslara karşı dava hakkı varsa bu hak, tazmin ettiği bedel nispetinde sigortacıya intikal eder.
Sigorta ettiren kimse, 1 inci fıkra gereğince sigortacıya intikal eden haklarını ihlal edecek bir hal ve harekette bulunursa sigortacıya karşı mesul olur. Sigortacı zararı kısmen tazmin etmiş ise sigorta ettiren kimse k alan kısmından dolayı üçüncü şahıslara karşı haiz olduğu müracaat hakkını muhafaza eder.” şeklinde düzenleme getirilmiştir.
21. Sigortacının 6762 sayılı TTK’nın 1301. maddesinde düzenlenen yasal halefiyet ilkesine bağlı olarak üçüncü kişiden istemde bulunulabilmesi için yalnızca sigorta bedelinin ödenmesi yeterli değildir. Halefiyete dayalı olarak rücu davasının açılabilmesi için sigortacı ile sigortalayan arasında geçerli bir sigorta sözleşmesinin varlığı, sigortacının geçerli olan sigorta ilişkisi nedeniyle sigortalayana ödeme yapması, sigortalısının zarar sorumlusuna karşı dava hakkının bulunması gerekmektedir. Eş söyleyişle; 6762 sayılı TTK’nın 1301. maddesi gereğince sigorta şirketi ancak sigorta poliçesi çerçevesinde ödemekle yükümlü olduğu tazminatı ödedikten sonra zarar sorumlularına rücu edebilir. Bunun dışında k alan hâllerde yapılan ödemelerden dolayı sigorta şirketinin poliçe ilişkisine dayanılarak rücu davası açması mümkün değildir.
22. Sigortacı tarafından sigortalısına, poliçe hükümlerine uygun olmayan bir ödeme yapılması durumu ise öğreti ve uygulamada “ex gratia ödeme” yani “hatır ödemesi” olarak adlandırılmaktadır.
23. Poliçe hükümlerine aykırı bir ödeme yapıldığında sigortacı, TTK 1301. maddesinde düzenlenen halefiyet hakkını kazanamaz. Sigortacının açtığı rücu davasında halefiyet şartları gerçekleşmemiş olup da sigortacı ödeme yaptığı sigortalısından zarar sorumlusuna karşı olan dava hakkını alacağın temliki yoluyla devralmışsa, bu takdirde davacı davacılık sıfatını 6762 sayılı TTK’nın 1301. maddesinden değil, 818 sayılı BK’nın 162 vd. maddelerinde düzenlenmiş olan alacağın devri hükümlerinden almış olacak ve sigortaca rücu davası şeklinde açılan dava ret olunmayarak, genel hükümler çerçevesinde çözüme kavuşturulacaktır (Ulaş, s. 264). Tüm bu hususlar mahkemece resen araştırılmalıdır.
24. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; dosyada mevcut 15.07.2009 tarihli ibraname içeriğinden, dava dışı sigorta ettirenin 141.155,00TL tazminat karşılığında dava konusu hırsızlık nedeniyle uğradığı zarara ilişkin üçüncü kişilere karşı talep ve dava haklarını, ödenen tazminat kadar davacı … şirketine devrettiği görülmüştür. Eş söyleyişle davacı ile sigortalısı arasında düzenlenen ibranamede davacı şirket, zarar ile ilgili olarak sigortalının üçüncü şahıslara karşı olan talep ve dava haklarını temlik almış, sigortalı davalıdan talep edebileceği alacağını BK’nın 162 ve devamı maddeleri uyarınca davacı şirkete temlik etmiştir. Bu durumda davacının sigorta ilişkisi dışında alacağın temliki hükümlerine göre de talep hakkı bulunduğu kuşkusuzdur.
25. Yerel mahkemece, bir yandan çalınan aracın bedelinin sigorta şirketince ödenerek onun haklarına halef olunduğu belirtilmiş, bir yandan ise aracın çalınmasında davalı şirkete atfedilecek kusur bulunmadığı ve artan zararın aracın piyasa değeri olduğundan sigorta şirketinin hasarı ödememesi gerekirken istisna ödemesinde bulunduğu ( sigorta şirketinin poliçe hükümlerine uygun olmayan bir ödemeyi yaptığı) yönündeki azınlık görüşünün benimsendiği belirtilerek gerekçede çelişki yaratılmıştır. Poliçe hükümlerine aykırı bir ödeme yapıldığında sigortacının, halefiyet hakkını kazanamayacağı, ancak yukarıda anlatıldığı şekilde şartları varsa alacağın temliki hükümlerine dayanarak talepte bulunabileceği açıktır. Zira, talep ve dava hakkının devrine ilişkin ibraname bulunduğundan genel hükümlere göre de değerlendirme yapılmalıdır. Hırsızlık olayının meydana geldiği yer bariyerlerle çevrili bir yer olup yapılan sözleşmeye göre güvenlik görevlilerinin koruma, gözetim, devriye yükümlülüklerinin bulunduğu açıktır. Araç evden çok kısa süre önce çalınan yedek anahtarların kullanılması suretiyle çalınmıştır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda da davalı şirketin aracın çalınmasından sorumlu olmasa da evde meydana gelen hırsızlık olayından ötürü sorumluluğunun bulunduğu belirtilmiş, dosya kapsamında bulunan güvenlik sözleşmesi, evde meydana gelen hırsızlık olayından ötürü davalının sorumlu olup olmadığı, evdeki hırsızlık olayı ve aracın çalınması arasındaki süre, illiyet bağı, tarafların müterafik kusuru yerel mahkemece genel hükümlere göre hiç değerlendirilmemiştir. Mahkemece bu hususlar gözetilip, güvenlik şirketi ile yapılan sözleşme hükümleri de değerlendirilip sonucuna göre karar verilmelidir.
26. Hukuk Genel kurulunda yapılan görüşmeler sırasında Özel Dairenin bozma kararında 6762 sayılı TTK’nın 1301. maddesi gereğince sigorta şirketinin ancak sigorta poliçesi çerçevesinde ödemekle yükümlü olduğu tazminatı ödedikten sonra zarar sorumlularına rücu edebileceği, bunun dışındaki ödemeler için rücu davası açılamayacağı, dava dışı sigorta ettiren uğradığı zarar nedeniyle davalıdan talep edebileceği alacağını 818 sayılı BK’nın 162 ve devamı maddeleri uyarınca davacı şirkete temlik etmiş ise, davacının, sigorta ilişkisi dışında, alacağın temliki hükümlerine göre de talep hakkının bulunduğu, davacı tarafça bu yönde alınmış bir ibraname bulunduğundan genel hükümler uyarınca da değerlendirme yapılarak kusura ilişkin delillerin toplanıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğinin belirtildiği, yerel mahkemece BK’nın 162. maddesi kapsamında da kusura ilişkin bir değerlendirme yapılarak temlik eden sigortalı aracın çalınmasında tamamen kusurlu olduğundan, sigortacının ödediği tazminatı davalıdan talep edemeyeceğinin belirtildiği, eş söyleyişle bozma gerekçesine göre bozma kapsamındaki hususlar yerel mahkemece değerlendirildiğinden direnme kararı uygun olup, kusura ilişkin olarak delillerin yeterince toplanıp toplanmadığı veya kusura ilişkin yapılan bu değerlendirmenin uygun olup olmadığı ve müterafik kusurun uygulanması ya da tartışılması gerekip gerekmediği hususları Özel Dairece değerlendirileceğinden, bu değerlendirmenin yapılması amacıyla dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
27. O hâlde direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenle bozulmalıdır.
28. Öte yandan, 26.11.2009 olan dava tarihi gerekçeli kararda 09.04.2010 olarak yanlış gösterilmiş ise de bu hususun mahallinde düzeltilebilecek maddi hata olduğu kabul edilerek bozma gerekçesi yapılmamıştır.
29. Yine Özel Daire bozma kararında geçen “Davalı BDG İnşaat Taah. Tic. Ltd. Şti. davaya cevap vermemiştir” ibaresinin maddi hataya dayalı olarak yazıldığı değerlendirildiğinden bozma kararından çıkarılması gerekmiştir.
IV.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; “Davalı BDG İnşaat Taah. Tic. Ltd. Şti. davaya cevap vermemiştir” ibaresinin maddi hataya dayalı olarak yazıldığı değerlendirildiğinden Özel Daire bozma kararından ÇIKARILMASINA, Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının değişik gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 10.11.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.”