Kararı veren Yargıtay Dairesi : 16. Ceza Dairesi Mahkemesi :Asliye Ceza Sayısı : 247-450
İnfaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak suçlarından açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda eylemin infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanık … ’in TCK’nın 297/1, aynı Kanun’un 44. maddesi delaletiyle 188/3, 297/1-2. cümle, 53 ve 54/1. maddeleri uyarınca 4 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve müsadereye ilişkin Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesince 14.06.2011 tarih ve 247-450 sayı ile verilen hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 19.12.2013 tarih ve 14245-16491 sayı ile “Tekerrüre esas sabıka kaydı bulunan sanık hakkında TCK’nın 58. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır” eleştirisiyle onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 11.02.2016 tarih ve 10622 sayı ile; ” Oluşa göre; 1- Sanığın aşamalardaki, olayın oluşu ve ele geçen uyuşturucu miktarı ile uyumlu ve aksi kanıtlanamayan savunmalarından çıkan sonuç; sanığın eşyaları arasındaki ceketin cebinde ve sökülen astarıyla kumaşı arasında döküntü vaziyetinde ele geçen toplam 0,2 gr ağırlığındaki, 0,02 gr saf uyuşturucu elde edilebilecek olan tütünle karışık kenevir bitkisinden sanığın haberdar olmadığı ve dolayısıyla infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçunu işleme sonucunu verecek eylemi kasten işlemediğidir. Sanığın suç kastı yoktur.
Nitekim sanığın sevki ile görevli jandarma astsubayı … 28.12.2006 tarihli beyanında; ‘ … Arama sırasında bir jandarma personeli hükümlünün çantasında bulunan ceketi çıkarttı, cebini ters düz etti ve çok küçük tütüne benzer dikkatli bakılınca görülebilecek mikro düzeyde ne olduğunu bilmediğim bir madde tespit etti. Bu nedenle ceketin astarını sökünce burda bir parça dağınık vaziyette aynı maddeden çıktı. Bu maddenin esrar maddesi olabileceği düşünülerek tutanak tanzim edildi. Bizim bu esrarı bulma imkânımız yoktu. Çünkü hükümlünün bütün eşyalarını söküp parçalayamayız. Zaten bu madde normal bir aramada görülebilecek tespit edilebilecek bir madde değildir. İtina ile saklanmış bir pozisyonu da yoktu. Benim şahsi kanaatim şahsın çok daha önce cebinde bu maddeyi taşımışsa ceketinin içine düşmüş kırıntılardır. Çünkü hem maddenin saklanmış bir hâli yoktu, hem ceketin cebinde özellikle açılmış bir delik yoktu, hem de miktarı çok azdı. Orada tartıldığında 1,6 gr olduğu tespit edildi. Bir sigaranın 1/4 kadarını bile doldurmaz. Ben hükümlünün de bu maddenin varlığından haberdar olduğunu zannetmiyorum. Duyduğuma göre kendisi dışarda iken esrar içicisiymiş. O dönemlerden kalmış olabilir … ‘ şeklinde olayın özünü ortaya koyan bir açıklama yapmıştır.
2- Toplam 0,2 gr ağırlığındaki, 0,02 gr saf uyuşturucu elde edilebilecek olan tütünle karışık kenevir bitkisi, eser miktarda olması nedeniyle amaç suç olan ‘uyuşturucu kullanma’ suçunun konusu olmaya yani kullanıcı üzerinde ‘uyuşturma’ fonksiyonunu icra etmeye elverişli miktarda bir madde değildir. Dolayısıyla ortada işlenemez bir suç mevcuttur.
Kabule göre ise: 3- Cumhuriyet Başsavcılığımızca düzenlenen 16/09/2013 tarihli ve 2011/383037 sayılı tebliğnamede de belirtildiği üzere; Yerel Mahkemece 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesinde yer alan ölçütler ile aynı Yasa’nın 3. maddesinde yer alan ‘eylemin ağırlığı ile orantılı ceza verilmesi’ ilkesi çerçevesinde somut olay açıkça irdelenerek temel cezanın saptanması gerektiği gözetilmeden, montun astarında tütün içerisinde 0.02 gram (yirmi miligram) esrar elde edilebilecek hint keneviri bitkisi için hakkaniyet ölçütleriyle bağdaşmayacak biçimde alt sınırdan uzaklaşılarak yazılı şekilde hüküm verilmiştir.
4- Evvelce bu kabul ve gerekçeyle görevsizlik kararı da veren Yerel Mahkemenin gerekçeli kararının 1. bendinin 2. fıkrasından çıkan sonuç; Hâkimliğin kabulünün sanığın eyleminin TCK’nın 188/3. maddesindeki suçu da oluşturduğudur. TCK’nın ‘Bu suçun konusunu oluşturan eşyanın, temin edilmesi veya bulundurulması ayrı bir suç oluşturduğu takdirde; fikrî içtima hükümlerine göre belirlenecek ceza yarı oranında artırılır. ‘ şeklindeki 297/1-2. cümlesi nazara alındığında bu kabule göre sanık hakkında daha ağır ceza öngören TCK’nın 188/3. maddesi gereğince cezaya hükmedilmesi gerekirken kararda yazılı olduğu şekilde TCK’nın 297/1. maddesi gereğince uygulama yapılması çelişkidir ve yasaya aykırıdır.
Buna göre; sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken kararda yazılı olduğu şekilde cezalandırılmasına karar verilmesi yasaya aykırı bulunduğundan, Ankara Batı 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 14.06.2011 tarihli ve 247-450 sayılı kararının CMUK’nın 321. maddesi uyarınca bozulması gerekirken onanmasının usul ve yasaya aykırı olduğu … ” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 06.04.2016 tarih ve 1502-2122 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; 1- Ele geçirilen uyuşturucu maddenin miktarı itibarıyla sanığın işlediği iddia olunan suç veya suçlar bakımından elverişli nitelikte bulunup bulunmadığının, bu bağlamda somut olayda “işlenemez suçun” söz konusu olup olmadığının, 2- Elverişli nitelikte olduğu sonucuna ulaşılması hâlinde, eylemin TCK’nın 188. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçunu oluşturup oluşturmadığının, 3- Eylemin “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçunu oluşturmadığına karar verilmesi durumunda, TCK’nın 191. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçunu mu yoksa aynı Kanun’un 297. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen “infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma” suçunu mu oluşturduğunun, 4- Eylemin ‘infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçunu’ oluşturduğunun kabulü hâlinde, cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak hüküm kurulmasını gerektirir bir neden bulunup bulunmadığının, Belirlenmesine ilişkin ise de; yapılan müzakere esnasında bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerince sanığın eyleminin TCK’nın 188. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçunu oluşturmadığına karar verilmesi hâlinde; sanığın suç işleme kastının bulunup bulunmadığı hususunun ve eylemin “infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma” suçunu oluşturduğunun kabulü hâlinde ise; temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesinde yasal ve yeterli gerekçenin bulunup bulunmadığının ayrıca tartışılması gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine uyuşmazlık konuları bu doğrultuda değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından; Ankara (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.12.2004 tarihli ve 2688 değişik iş sayılı kararı ile teşekkül hâlinde uyuşturucu madde suçu işleme suçundan tutuklanmasına karar verilen ve Güdül K-1 Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan sanık … ’in cezasının infazına devam olunduğu, 19.12.2006 tarihli tutanağa göre, anılan tarihte Güdül K-1 Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan sevkli olarak duruşma için önce Ankara Adliyesi daha sonra Sincan 1 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna getirilen sanığın eşyaları arasında, ceketinin astarının içinde yaklaşık 1 gram esrar maddesinin bulunduğu ve emanete alındığı, 19.01.2007 tarihli zarf açma, deney için numune alma tutanağına göre aramada ele geçirilen maddenin net ağırlığının ve deney için alınan numunenin 0,2 gram olduğu, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarları Başkanlığının 22.01.2007 tarihli ekspertiz raporuna göre, yapılan test ve incelemeler sonucunda, söz konusu maddenin, tütünle karışık vaziyette uyuşturucu maddelerden “Tetrahydro-cannabinol”u ihtiva ettiği, esrar elde edilmesine elverişli Hint keneviri bitkisi kırıntılarından olduğu ve elde edilebilecek esrar miktarının 0,02 (yirmi miligram) olduğunun belirlendiği, Anlaşılmaktadır.
Tutanak tanığı … soruşturma aşamasında şüpheli sıfatıyla alınan 29.12.2006 tarihli beyanında; olay günü Güdül Kapalı Cezaevinde hükümlü olan sanık … ‘in Ankara’ya sevk edileceğinden sevk görevlisi olarak … ile birlikte cezaevine gittiklerini, cezaevinde sanığın üzerini ve eşyalarını kapsamlı bir şekilde aradıklarını, ancak sakıncalı herhangi bir şey bulamadıklarını, sanığı Kemal Akça’nın sevk arabasına bindirdiklerini, buradan Ankara Adliyesine götürdüklerini, duruşması bittikten sonra Sincan L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna götürdüklerini, yolda sanıkla herhangi bir diyaloglarının olmadığını, sanığı cezaevine kapıdan teslim ettiklerini, içeriye girmediğini, sanığın komutanları olan … ile birlikte içeri girdiğini, içerde yapılan aramaları ve bulunan maddeyi görmediğini, Tutanak tanığı … soruşturma aşamasında şüpheli sıfatıyla soruşturmada alınan 29.12.2006 tarihli beyanında; Güdül ilçe Jandarma Bölük Komutanlığında çalıştığı süre boyunca zaman zaman hükümlü nakilleri yaptığını, olay günü sanığın Ankara’ya sevki nedeniyle sanığı Güdül K-1 Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan teslim aldıklarını, teslim alır almaz prosedür gereği detaylı olarak sanığın üstünü ve eşyalarını aradıklarını, aynı zamanda bu aramaları başgardiyan … ’nın da gördüğünü, aramalardan sonra kelepçe takarak sanığı araca bindirdiklerini, ilk olarak sağlık raporu aldıklarını, daha sonra Ankara Adliyesi 1. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya gittiklerini, duruşma anı hariç kelepçesini hiçbir zaman açmadıklarını, sanığın kimseyle fiziki temasta bulunmadığını, tamamen kendisi ve askerlerin kontrolü altında olduğunu, duruşma bitince Sincan’da bulunan Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna aynı şekilde sanığı götürdüklerini, cezaevi girişinde arama yapıldığını, bu anda sadece sevk ekibinden kendisinin olduğunu, aramanın Sincan Cezaevinde görevli olan jandarma tarafından yapıldığını, burada bir şey bulunamadığını, daha sonra idari binaya girdiklerini, burada da ayrıca jandarma erlerinin bulunduğunu, onların da arama yaptıklarını, arama sırasında bir jandarma personelinin sanığın çantasında bulunan ceketi çıkarttığını, cebini ters düz ettiğini ve çok küçük tütüne benzer dikkatli bakılınca görülebilecek mikro düzeyde ne olduğunu bilmediği bir madde tespit ettiğini, bu nedenle ceketin astarını sökünce burada bir parça dağınık vaziyette aynı maddeden çıktığını, bu maddenin esrar maddesi olabileceği düşünülerek tutanak tanzim edildiğini, kendilerinin bu esrarı bulma imkânlarının olmadığını çünkü sanığın bütün eşyalarını söküp parçalayamayacaklarını, zaten bu maddenin normal bir aramada görülebilecek, tespit edilebilecek bir madde olmadığını, itina ile saklanmış bir pozisyonun da bulunmadığını, şahsi kanaatinin sanığın çok daha önce cebinde bu maddeyi taşımışsa ceketinin içine düşmüş kırıntılar olduğunu, çünkü hem maddenin saklanmış bir hâlinin olmadığını hem ceketin cebinde özellikle açılmış bir deliğin bulunmadığını, hem de miktarının çok az olduğunu, orada tartıldığında 1,6 gr olduğunun tespit edildiğini, bir sigaranın 1/4 kadarını bile doldurmayacağını, duyduğuna göre sanığın dışarıdayken esrar içicisi olduğunu, o dönemlerden kalmış olabileceğini, sevk sırasında yanında bulunan şoför Kemal Akça’nın da dinlenmesini talep ettiğini, ayrıca Güdül Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda teknik arama veya çok mikro düzeyde uyuşturucuyu tespit edebilecekleri teknolojiye sahip olmadıklarını, bir ihbar ve emare olmadığı sürece hükümlünün kıyafetlerinin astarlarını yırtacak olsalar yine soruşturma geçirebileceklerini, kusurunun olmadığını, İfade etmişlerdir.
Sanık aşamalarda; atılı suçlamayı kabul etmediğini, olay tarihinde yarı açık cezaevinden tanıdığı Ahmet isimli birine 200 TL borç para verdiğini, bir süre bu kişi borcunu ödemeyince borcuna karşılık kendisine eşya geldiğini ve bu eşyayı vermek istediğini beyan ettiğini ancak kendisinin bunu kabul etmediğini, sevke gittiğinde söz konusu ceketi bavuluna izinsiz olarak koyduğunu, bavulun içinde bitki türü şeylerin çıktığını, bu bitkinin ne olduğunu bilmediğini savunmuştur.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Ele geçirilen uyuşturucu maddenin miktarı itibarıyla sanığın işlediği iddia olunan suç veya suçlar bakımından elverişli nitelikte bulunup bulunmadığının, bu bağlamda somut olayda “işlenemez suç”un söz konusu olup olmadığı; Doktrinde “Muhal Suç”, “İşlenmez Suç”, “İmkansız Suç”, “İmkansız Teşebbüs” ve “Elverişsiz Teşebbüs” olarak da adlandırılan işlenemez suç, ceza kanunu tarafından işlendiği zaman ceza öngörülmüş bir hareketin yapılması amacıyla yola çıkılmış ancak yapılan hareketin veya kullanılan aracın suçun oluşması için gerekli zarar veya tehlikeyi meydana getirmek için elverişli olmaması ya da suç konusunun bulunmaması nedeniyle başarısız kalmak zorunda kalan davranışlar şeklinde tanımlanmaktadır (Uğur Alacakaptan, Uğur, İşlenemez Suç, Ankara (tarihsiz), s.1.).
İşlenemez suçtan bahsedilebilmesi için hareketin elverişsizliği veya suç konusunun yokluğu şartlarının gerçekleşmesi gereklidir. Bu açıdan hangi hallerde hareketin elverişsiz olduğu hangi hallerde suç konusunun mevcut bulunmadığının tespiti önem arz etmektedir (Murat Aydın, İşlenemez Suç, ‘Elverişsiz Teşebbüs’, Dergipark, s.80.).
Eğer kişinin gerçekleştirdiği fiil, kanuni tarifte yer alan neticeyi gerçekleştirme açısından elverişsiz ise; bu davranış ceza hukuku yönünden önem taşımamaktadır. Ancak, belirtelim ki; icra edilen fiilin neticenin meydana gelmesi açısından elverişsiz olmasıyla, suçun konusunun yokluğu durumunu birbirine karıştırmamak gerekir. Suçun konusu açısından, elverişsizlikten değil, yokluktan söz edilebilir. İşlenmek istenen suç açısından konu mevcut değilse ortada işlenemez suç vardır. Mesela, failin öldürmek kastıyla ateş ettiği kişi, daha önce başka bir sebeple ölmüştür. Fail, başkasına ait olduğu düşüncesiyle, gerçekte kendisine ait olan bir malı çalmıştır. Fail, çocuğunu düşürtmek amacıyla bir kadının meselâ bel nahiyesine, karın boşluğuna çeşitli şekillerde fiziki güç tatbik etmiştir. Fakat, kadın gerçekte hamile değildir (Prof. İzzet Özgenç- Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 12. Bası, Shf. 476.). Buna mukabil, bir insanın büyü (sihir) yoluyla öldürülmek istenmesi hâlinde, işlenemez suçtan değil, elverişsiz teşebbüsten söz edilir. Bir olayda suçun konusunun bulunmaması durumunda işlenemez suç söz konusu olacak ve işlenmek istenen suçtan sorumluluk söz konusu olmayacaktır. Ancak hareket bir başka suçun oluşumuna neden oluyorsa fail bundan dolayı ayrıca sorumlu tutulabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Ankara (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.12.2004 tarihli ve 2688 değişik iş sayılı kararı ile teşekkül hâlinde uyuşturucu madde suçu işleme suçundan tutuklanmasına karar verilen ve Güdül K-1 Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olan sanık … ’in duruşma için önce Ankara Adliyesi daha sonra Sincan 1 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna getirilmesi üzerine giriş sırasında mahkûmlara ayrılmış olan alanda yapılan aramada ceketinin astarının içinde yaklaşık 1 gram esrar maddesinin bulunduğu, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarları Başkanlığının ekspertiz raporuna göre, söz konusu maddenin, tütünle karışık vaziyette uyuşturucu maddelerden “Tetrahydro-cannabinol”u ihtiva ettiği, esrar elde edilmesine elverişli Hint keneviri bitkisi kırıntılarından olduğu ve elde edilebilecek esrar miktarının 0,02 (yirmi miligram) olduğunun belirlendiği anlaşılmaktadır.
İşlenemez suç, ceza kanunu tarafından işlendiği zaman ceza öngörülmüş bir hareketin yapılması amacıyla yola çıkılmış ancak yapılan hareketin veya kullanılan aracın suçun oluşması için gerekli zarar veya tehlikeyi meydana getirmek için elverişli olmaması ya da suç konusunun bulunmaması nedeniyle başarısız olmak zorunda kalan davranışlar şeklinde tanımlanmış olup, sanık … ’in eşyaları arasında yapılan aramada elde edilen maddenin suç veya suçların konusuna ilişkin elverişli değerlendirme yapılabilmesi için alınan ekspertiz raporu ile yasak maddelerden olduğuna yönelik tespit yapılabildiği ve sanığın eyleminin uyuşturucu madde ticareti yapma, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma ve infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçları yönünden değerlendirilmesi gerektiğinden somut olayda “işlenemez suç”un söz konusu olmadığı kabul edilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi; ele geçirilen uyuşturucu maddenin miktarı itibarıyla sanığın işlediği iddia olunan suç veya suçlar bakımından elverişli nitelikte bulunmadığı, bu bağlamda somut olayda “işlenemez suç”un söz konusu olduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Eylemin TCK’nın 188. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçunun oluşturup oluşturmadığı; 5237 sayılı TCK’nın “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” başlıklı 188. maddesinin suç tarihinde yürürlükte bulunan 3 ve 4. fıkrası; “Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan on beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya baz morfin olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin üçüncü fıkrasında uyuşturucu maddelerin yurt içinde satışı, satışa arzı, satın alınması veya bulundurulması, maddelerin devredilmesi veya devralınması veya sevk ve nakledilmesi veya bunların alınıp satılmasına veya devrine veya her ne suretle olursa olsun tedarik edilmesine aracı olmak cezalandırılmıştır. Suçun ön koşulu maddelerin yurt içinde ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak söz konusu işlemlere tabi kılınmasıdır. Dördüncü fıkraya göre, uyuşturucu maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması üçüncü fıkrada tanımlanan suçun konu bakımından nitelikli unsurunu oluşturmakta ve bu fıkraya göre verilecek cezanın artırılmasını gerektirmektedir.
Öte yandan, amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de, insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” şeklinde, Latincede ise “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi hâlinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate veya herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; (1) numaralı uyuşmazlık konusunda anlatılan olayda; sanığın savunmasında bu maddelerden haberinin olmadığını ifade etmesi, bulunan maddenin miktarı, söz konusu uyuşturucu maddelerin herhangi bir paketleme yapılmadan tütün hâlinde ceket cebine dağılmış hâlde ele geçirilmesi, sanığın söz konusu esrarı başkasına satma, devir veya tedarik etme hususunda herhangi bir davranış içine girdiğine ilişkin dosya kapsamı itibarıyla herhangi bir somut delilin elde edilememesi karşısında; uyuşturucu madde ticareti yapma kastının bulunduğuna ilişkin her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği anlaşıldığından sanığın eyleminin uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu oluşturmadığı kabul edilmelidir.
3- Sanığın suç işleme kastının bulunup bulunmadığı, 5237 sayılı TCK’nın “Kast” başlıklı 21. maddesi; “(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir” şeklinde düzenlenerek maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast, ikinci fıkrasının birinci cümlesinde de olası kast tanımlanmıştır.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; (1) numaralı uyuşmazlıkta anlatıldığı şekilde gerçekleşen olayda; 17.12.2004 tarihinden itibaren cezaevinde bulunan sanığın başka bir suç nedeniyle yargılandığı duruşmaya katılmak üzere nakledildiği infaz kurumuna gireceği esnada eşyaları arasında yapılan aramada elde edilen maddenin suç veya suçların konusunu oluşturmaya elverişli olduğu birçok yerde aranacağı bilinerek ceketin astarı içine yerleştirilip sökük kalmayacak ve arandığında kolay kolay bulunamayacak şekilde itina ile saklandığı ve bu suretle sanığın suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik iradesinin bulunduğu, sanığın eylemi bilerek ve isteyerek gerçekleştirildiği anlaşıldığından, suç işleme kastının bulunduğu kabul edilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi … ; “Somut olayda kabul edilen fiil olay tarihinde, sanığın Sincan 1 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna kabulü sırasında yapılan üst aramasında montunun iç astar kısmında 0,1 gram civarında hint keneviri bitkisinin bulunmasıdır. Bulunan bitkinin hint keneviri bitkisi kırıntıları olduğu ve elde edilebilecek esrar miktarının 0,02 (yirmi miligram) olduğu bilirkişi incelemesi sonucu belirlenmiştir. Bu konuda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Ceza normunda öngörülen bir fiilin suçu oluşturabilmesi için fail tarafından ortaya konulan hareketin sonucu gerçekleştirmeye elverişli olması ve bunun yanında suçun bir maddi konusunun bulunması gerekir. Bir fiil elverişsiz hareketlerle işlenirse veya maddi konu mevcut değilse, bu durumda kanunda öngörülen tipik fiil gerçekleşmiş olmaz.
Bu nedenle öncelikle sanığa ait montunun iç astar kısmında bulunan hint keneviri miktarı itibariyle yüklenen suç yönünden maddi konuyu oluşturmaya elverişli değildir. Elverişli olduğu kabul edilmesi halinde ise, sanığın suç kastı ile hareket ettiği şüphelidir ve şüphenin sanık lehine yorumlanması gerekir. Şöyle ki; sanığın şevki ile görevli jandarma astsubayı … 28.12.2006 tarihli beyanında; ‘ … Arama sırasında bir jandarma personeli hükümlünün çantasında bulunan ceketi çıkarttı, cebini ters düz etti ve çok küçük tütüne benzer dikkatli bakılınca görülebilecek mikro düzeyde ne olduğunu bilmediğim bir madde tespit etti. Bu nedenle ceketin astarını sökünce burda bir parça dağınık vaziyette aynı maddeden çıktı. Bu maddenin esrar maddesi olabileceği düşünülerek tutanak tanzim edildi. Bizim bu esrarı bulma imkanımız yoktu. Çünkü hükümlünün bütün eşyalarını söküp parçalayamayız. Zaten bu madde normal bir aramada görülebilecek tespit edilebilecek bir madde değildir. İtina ile saklanmış bir pozisyonuda yoktu. Benim şahsi kanaatim şahsın çok daha önce cebinde bu maddeyi taşımışsa ceketinin içine düşmüş kırıntılardır. Çünkü hem maddenin saklanmış bir hali yoktu, hem de ceketin cebinde özellikle açılmış bir delik yoktu, hem de miktarı çok azdı.’ şeklinde beyanda bulunması, sanığın da aşamalarda savunmaları dikkate alındığında ceketin cebinde ve sökülen astarıyla kumaşı arasında döküntü vaziyetinde ele geçen kenevir bitkisinden haberdar olduğu konusunda yoğun bir şüphe oluştuğu bunun sanık lehine yorumlandığında fiilde kast unsurunun gerçekleşmediği anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabul edilmesi yerine reddedilmesi yönündeki sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum.” görüşüyle, Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Ceza Genel Kurulu Üyesi de; sanığın suç işleme kastının bulunmadığına dair benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
4- Eylemin TCK’nın 191. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçunu mu yoksa aynı Kanun’un 297. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen “infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma” suçunu mu oluşturduğu; 5237 sayılı TCK’nın “İnfaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak” başlıklı 297. maddesinin birinci fıkrası; “İnfaz kurumuna veya tutukevine silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı sokan veya bulunduran kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun konusunu oluşturan eşyanın, temin edilmesi veya bulundurulması ayrı bir suç oluşturduğu takdirde; fikri içtima hükümlerine göre belirlenecek ceza yarı oranında artırılır” şeklindedir.
Bu düzenlemeye göre suçun oluşabilmesi için iki seçimlik hareket öngörülmüş olup, bunlardan birincisi; “İnfaz kurumuna veya tutukevine silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı sokma”, ikincisi ise; “İnfaz kurumunda veya tutukevinde silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı bulundurma”dır. TCK’nın 297. maddesinin birinci fıkrasındaki suçun oluşabilmesi için bu iki seçimlik hareketten birisinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
“Bulundurma” kavramı, maddede sayılan eşyanın kişinin üzerinde veya hâkimiyet alanında tutulması anlamına gelmektedir. Ancak bulundurmanın kabul edilebilmesi için kişinin yasak eşyayı üzerinde veya hâkimiyet alanında tutması fiilinin makul bir süre devam etmesi gerekmektedir. (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan- … Artuç, Türk Ceza Kanunu, 2. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, C. 6, s. 8591.). “Yasak eşya sokma” biçimindeki seçimlik hareket ise, belirtilen yasak eşyanın çeşitli yol ve yöntemlerle dışarıdan infaz kurumuna veya tutukevinin içine sokulması suretiyle gerçekleştirilebilecektir.
TCK’nın 297. maddesinin birinci fıkrasında, sayılarak belirlenen suça konu eşyanın temin edilmesi veya bulundurulmasının ayrı bir suç oluşturması hâlinde, 5237 sayılı TCK’nın 44. maddesi gereğince fikri içtima hükümleri uyarınca belirlenecek cezanın yarı oranında artırılacağı belirtilmiştir.
Uyuşmazlık konusunun sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için fikri içtima düzenlemesinin değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın “Fikri içtima” başlıklı 44. maddesi; “(1) İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” hükmünü içermekte olup, maddede farklı neviden fikri içtima düzenlenmiştir.
Farklı neviden fikri içtima hükmünün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir. Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağırının cezasının verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Farklı neviden fikri içtima hükmünün uygulanmasında kanun koyucu kural olarak, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçun oluşmasına sebep olan failin, fiilin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görüp, failin birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet vermesinden dolayı fikri içtima hükümlerine göre belirlenecek cezasının belli bir oranda artırılması yönünde bir düzenleme yapmamış iken, 5237 sayılı TCK’nın 297. maddesinin birinci fıkrasının, “Bu suçun konusunu oluşturan eşyanın, temin edilmesi veya bulundurulması ayrı bir suç oluşturduğu takdirde; fikrî içtima hükümlerine göre belirlenecek ceza yarı oranında artırılır.” şeklinde düzenlenmiş olan ikinci cümlesi uyarınca maddenin birinci fıkrasında sayılan eşyaların infaz kurumuna veya tutukevine sokulması veya buralarda bulundurulması fiillerinin birden fazla farklı suçu oluşturması hâllerinde genel kuraldan ayrılarak, fikri içtima hükümlerine göre belirlenecek cezanın yarı oranda artırılması noktasında bir düzenleme yapmak suretiyle, bu suçların faillerinin daha fazla ceza ile cezalandırılmaları yönünde iradesini ortaya koymuştur.
Kullanmak için ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin de temin edilmesi ve bulundurulması da ayrı bir suç oluşturduğundan, failin bu maddeleri infaz kurumuna veya tutukevine sokması ya da bu yerlerde bulundurması hâlinde de TCK’nın 297. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca fikri içtima hükümleri uygulanacaktır. Bu bakımdan, uyuşmazlık konusu ile bağlantılı olan kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak suçunun da irdelenmesi gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nın 191. maddesinin suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan birinci fıkrası; “Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”, ikinci fıkrası da “Bu suçtan dolayı açılan davada mahkeme, birinci fıkraya göre hüküm vermeden önce uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi hakkında, tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine; kullanmamakla birlikte, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi hakkında, denetimli serbestlik tedbirine karar verebilir. Bu karar, durma kararının hukuki sonuçlarını doğurur.” hükmünü içermekteyken, 28.06.2014 gün ve 29044 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile 5237 sayılı TCK’nın 191. maddesinin başlığı “Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak”, suçun tanımlandığı birinci fıkrası da “Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde değiştirilmiştir.
“Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma”, bir kimsenin, kendisine veya başkasına ait uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi, kullanmak amacıyla fiili ve/veya hukuki egemenliği altında tutmasıdır. Bulundurma, uyuşturucu veya uyarıcı madde üzerinde fiili egemenlik ilişkisinin devam ettirilmesi anlamına gelmektedir. Burada kesintisiz suç söz konusu olduğundan, uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmanın kısa veya uzun süreli olmasının suçun oluşumu açısından bir önemi bulunmamaktadır (Birsen Elmas, Uyuşturucu ve Uyarıcı Madde Suçları, 3. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2018, s. 403.).
TCK’nın 191. maddesinde düzenlenen suçun seçimlik hareketlerinden olan “bulundurma” fiili açıklandıktan sonra, suçun maddi unsurları yönünden failin uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması fiilinin irdelenmesine gelince; Öğretide “Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma”; bir kimsenin, uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi, ağız ya da burun yoluyla ya da damarına veya deri altına şırınga ederek veya ettirerek ya da başka bir biçimde vücuduna alması olarak tanımlanmaktadır (Şener Güngör-Ali Kınacı, (Öğreti ve Uygulama Boyutu İle) Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelere İlişkin Suçlar, Ankara, Yetkin Yayınları, 2001, s. 343.).
Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma fiili her ne kadar TCK’nın 191. maddesine suç ve karar tarihinden sonra 6545 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle getirilmiş ve bu değişiklikten önce uyuşturucu veya uyarıcı madde “kullanmak” fiili suçun kanuni tanımında yer almasa da, kişinin uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi kullanmış olması için öncelikle bu maddeyi satın alması, kabul etmesi veya bu amaçla makul bir süre bulundurmuş olması, diğer bir ifadeyle, bu maddeyi hukuki ya da fiili egemenliği altına alması, yani zilyetliğine geçirmesi gerekmektedir. Dolayısıyla uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi kullanan kişi aynı zamanda bu maddeleri bulundurandır. Kullanmak fiili “bulundurma” seçimlik hareketini de içermektedir. Bu bakımdan, “kullanmak” fiilinin fıkraya eklenmesi suçun maddi unsuru açısından bir yenilik oluşturmamaktadır.
Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanımının tıbbi bir olgu olarak tespit edildiği, ancak kişide uyuşturucu veya uyarıcı madde ele geçirilmediği durumlarda bile, varlığı kesin bir olgu olarak saptanan ve Kanun’da suç olarak tanımlanan bulundurma eyleminin yok sayılması olanağı bulunmadığı gibi, failde uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanımının tespit edilmesi, aslında suça konu maddeyi bulundurmayı ortaya koyan önemli bir delil niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, 6545 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki tarihte, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullandığı tespit edilen fail bakımından, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma fiili nedeniyle suç oluşacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; (1) numaralı uyuşmazlıkta anlatıldığı şekilde gerçekleşen olayda; sanık … ‘in atılı suçu kabul etmediği ve ceketinin astarındaki maddelerden haberinin olmadığına yönelik savunmasının suçtan ve cezadan kurtulmaya yönelik olduğu, yapılan test ve incelemeler sonucunda, sanıktan ele geçirilen maddenin, tütünle karışık vaziyette uyuşturucu maddelerden “Tetrahydro-cannabinol”u ihtiva ettiği, esrar elde edilmesine elverişli Hint keneviri bitkisi kırıntılarından olduğu, sanığın ceza infaz kurumunda kullanmak üzere yanında uyuşturucu madde bulundurduğunun anlaşıldığı ve daha önce bir cezaevinde bulunup getirildiği infaz kurumunda yapılan aramanın yeri de dikkate alındığında, yasak maddeyi kurum içerisinde fiili ve hukuki egemenliği altına almış olan sanığın eyleminin daha ağır cezayı gerektiren infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanığın eyleminin TCK’nın 191. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen “Kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçunu oluşturuğu görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
5- Sanık hakkında infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçundan hüküm kurulurken temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesinde yasal ve yeterli gerekçenin bulunup bulunmadığı; Yerel Mahkemece 14.06.2011 tarihli ve 247-450 sayılı hükmün gerekçe kısmında “Suçun işleniş şekli, sanığın suç işlemeye meyili nazara alındığında sanık hakkında tayin ve tespit olunacak cezanın alt sınırdan uzaklaşmak suretiyle takdir edildiği” belirtildikten sonra, hüküm fıkrasında “takdiren ve teşdiden” denilerek temel cezanın 3 yıl hapis cezası olarak tayin edildiği, Anlaşılmaktadır.
Sanığın işlediği kabul edilen infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçu 5237 sayılı TCK’nın 297. maddesinin 1. fıkrasının 1. cümlesinde 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasını gerektirecek şekilde yaptırıma bağlanmış olup temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesinin birinci fıkrasında; “(1) Hâkim, somut olayda, a) Suçun işleniş biçimini, b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları, c) Suçun işlendiği zaman ve yeri, d) Suçun konusunun önem ve değerini, e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, g) Failin güttüğü amaç ve saiki, Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler” şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasındaki, “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçe, TCK’nun 61. maddesinin 1. fıkrasına uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; (1) numaralı uyuşmazlıkta anlatıldığı şekilde gerçekleşen olayda; Yerel Mahkemece alt sınırı 2 yıl hapis cezasını öngören infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçundan hüküm kurulurken “Suçun işleniş şekli, sanığın suç işlemeye meyli” şeklindeki gerekçeyle ve takdiren alt sınırdan uzaklaşılarak temel ceza 3 yıl olarak belirlenmiş ise de, Ankara Adliyesindeki duruşmadan sonra götürüldüğü Sincan 1 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun girişinde yapılan aramada ceketinin astarında tütünle karışık 0,2 gr kenevir bitkisi ele geçirilen sanığın eyleminin, yüklenen suç yönünden ayırt edici bir özelliğinin bulunmaması nedeniyle Yerel Mahkemece temel ceza belirlenirken gösterilen “suçun işleniş şekli” biçimindeki gerekçenin oluşa ve dosya kapsamına uygun olmadığı, “sanığın suç işlemeye meyli” şeklindeki gerekçenin de TCK’nın 61. maddesinin 1. fıkrasında sayılmaması nedeniyle yasal nitelik taşımadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde; TCK’nın 61. maddesinde yer alan ve olay ile uyumlu olmayan bir ibarenin gerekçe olarak gösterilmesinin, temel cezanın belirlenmesinde kanun koyucunun aradığı anlamda yasal ve yeterli bir gerekçe olmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının (1), (2), (3) ve (4) numaralı uyuşmazlıklar bakımından reddine, (5) numaralı uyuşmazlık yönünden ise değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Dairenin onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün, sanık hakkında infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçundan mahkûmiyet hükmü kurulurken temel cezanın yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının; a) (1), (2), (3) ve (4) numaralı uyuşmazlıklar bakımından REDDİNE, b) (5) numaralı uyuşmazlık yönünden ise değişik gerekçeyle KABULÜNE, 2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19.12.2013 tarihli ve 14245-16491 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA, 3- Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 14.06.2011 tarihli ve 247-450 sayılı mahkûmiyet hükmünün, sanık hakkında infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçundan mahkûmiyet hükmü kurulurken temel cezanın yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA, 4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 06.02.2020 tarihinde yapılan müzakerede (1) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından oy çokluğuyla, (2) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından oy birliğiyle, (3) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 13.02.2020 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla, (4) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından oy çokluğuyla, (5) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından oy birliğiyle karar verildi.”