Yargıtay 16. Ceza Dairesi, E. 2018/7103 K. 2019/1953 T. 21.03.2019

Mahkemesi :Ceza Dairesi İlk Derece Mahkemesi : Ağır Ceza Mahkemesi Suç : Cumhurbaşkanına suikast, Anayasayı ihlal, Kasten öldürme, Kasten öldürmeye teşebbüs, Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, Kasten yaralama, Yağma Hüküm : 1)Sanıklar … , hakkında ayrı ayrı; a)TCK’nın 309/1, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi b)TCK’nın 310/1, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi c)TCK’nın 82/1-g-h, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca iki kez mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi d)TCK’nın 82/1-g-h, 35/2, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi e)TCK’nın 109/2, 109/3-a-b-c, 43/1-2, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi f)TCK’nın 86/1, 86/3-c, 87/3, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi 2)Sanık … hakkında ayrıca; TCK’nın 149/1-a-h, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca üç kez mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi 3)Sanıklar … , hakkında ayrı ayrı; TCK’nın 38/1. maddesi yollamasıyla TCK’nın 310/1, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1.

maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi 4)Sanık … hakkında; Cumhurbaşkanına suikast suçundan CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca beraat kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi 5)Sanık … Yazıcıcı hakkında; TCK’nın 310/1, 39/2-c, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi 6)Sanıklar … , e … hakkında ayrı ayrı; TCK’nın 309/1, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi 7)Sanık … hakkında; a)Cumhurbaşkanına suikast suçundan CMK’nın 223/2-c maddesi uyarınca verilen beraat kararı kaldırılarak; TCK’nın 310/1, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet b)TCK’nın 309/1, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi c)TCK’nın 82/1-g-h, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5. maddeleri uyarınca iki kez mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi d)TCK’nın 82/1-g-h, 35/2, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi e)TCK’nın 109/2, 109/3-a-b-c, 43/1-2, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi 8)Sanıklar … , … ve … hakkında ayrıca; a)Cumhurbaşkanına suikast suçundan CMK’nın 223/2-c maddesi uyarınca verilen beraat kararı kaldırılarak; TCK’nın 310/1, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet b)Kasten öldürme suçundan CMK’nın 223/2-b maddesi uyarınca verilen beraat kararları kaldırılarak; TCK’nın 82/1-g-h, 62, 53, 62, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet (iki kez) c)Kasten öldürmeye teşebbüs suçundan CMK’nın 223/2-b maddesi uyarınca verilen beraat kararı kaldırılarak; TCK’nın 82/1-g-h, 35/2, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet d)Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan CMK’nın 223/2-b maddesi uyarınca verilen beraat kararı kaldırılarak; TCK’nın 109/2, 109/3-a-b-c, 43/1-2, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet e)Kasten yaralama suçundan CMK’nın 223/2-b maddesi uyarınca verilen beraat kararı kaldırılarak: TCK’nın 86/1, 86/3-c, 87/3, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet 9)Sanık … hakkında ayrıca; Cumhurbaşkanına suikaste yardım etme suçundan CMK’nın 223/2-c maddesi uyarınca verilen beraat kararı kaldırılarak; TCK’nın 310/1, 39/2-a-c, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1.

maddeleri uyarınca mahkumiyet 10)Sanık … hakkında; TCK’nın 310/1, 39/2-c, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi 11)Sanık … hakkında; a)TCK’nın 309/1, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi b)TCK’nın 310/1, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi c)TCK’nın 82/1-g-h, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca iki kez mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi d)TCK’nın 82/1-g-h, 35/2, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi e)TCK’nın 109/2, 109/3-a-b-c, 43/1-2, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle; temyiz edenin sıfatı bakımından 477 sayılı Kanun ile bazı Kanunlarda değişiklik yapılması hakkındaki 698 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Başbakanlık kurumuna yapılacak tüm atıfların Cumhurbaşkanlığı kurumuna yapılacağı göz önünde bulundurularak, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre takdiren duruşmasız olarak yapılan inceleme sonunda:

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: 1-a) Bir kısım sanıklar ve müdafilerinin duruşmalı inceleme istemlerinin, İlk Derece ve Bölge Adliye Mahkemesinde, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi doğrultusunda, savunmaya yeterli imkanın sağlanması ve bu hakkın etkin şekilde kullandırılmış olması, temyiz denetiminde sınırsız şekilde yazılı savunma imkanının kullanılabilme olanağının bulunması karşısında savunma hakkının kısıtlanması söz konusu olmadığından, 01.02.2018 tarihli ve 7079 sayılı Kanunun 94. maddesi ile değişik CMK’nın 299/1. maddesi uyarınca takdiren REDDİNE, b- Ayrıntıları Dairemizin 24/09/2018 tarih ve 2018/2523 Esas 2018/3149 Karar sayılı kararında açıklandığı üzere; İstinaf Mahkemesi kararının sanık … müdafiine 16/07/2018 tarihinde tebliğ edildiği, yapılan UYAP sorgulamasında sanık müdafiinin 31/08/2018 tarihinde e-imza ile gönderdiği dilekçesiyle hükmü temyiz ettiği, CMK’nın 331/4. maddesi hükmü gereğince tutuklu işler de dahil olmak üzere adlî tatilde temyiz süresi işlemeyeceğinden temyiz talebinin süresinde olduğu kabul edilerek tebliğnamenin bu hususa ilişkin düşüncesine iştirak edilmemiştir.

c- Katılanlar TC Başbakanlık, … ve … vekillerinin temyiz taleplerinin incelenmesinde; CMK 237/1 maddesi gereğince, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesinde kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler. Silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütüne yardım etme suçları kamu barışına karşı işlenen suçlardan olup, bu suçların dolaylı mağduru toplumu oluşturan bütün bireyler olmakla birlikte, Ceza Genel Kurulunun 11.04.2000 gün 65-69, 22.10.2001 gün 234/366, 04.07.2006 gün 127-180, 03.05.2011 gün 155/80 ve 05.06.2012 gün 1/519-224 sayılı kararlarında vurgulandığı üzere; davaya katılabilmek için “suçtan zarar görme”nin gerektiği, bu kavram yasada açıkça tanımlanmamış ise de, yerleşik uygulamaya göre “suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hali” olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak dolaylı veya olası zararların davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanına suikast suçu yönünden katılma hakkı değerlendirildiğinde; bu suçun 765 sayılı TCK’nın 156. Maddesinde tanımlandığı, suçun ihlal ettiği hukuki değer açısından öğretide, “156. maddede yer alan (Cumhurbaşkanına suikast) suç, ihlal ettiği hukuki değer açısından çift nitelik taşımaktadır. Bir yandan, devlet başkanlığı gibi anayasal bir organa karşı bir fiil işlendiği için, suç “devletin şahsiyetine” karşı işlenmiş olarak kabul edilirken, maddi açıdan gerçekte, devlet başkanlığı görevini gören kişinin hayatının da izalesine yönelinmektedir. Diğer taraftan 156. maddenin düzenlediği fiilin ihlal ettiği hukuki mevzuun “devletin kuvvetleri düzeni” olduğu kabul edilse bile özel mevzu “devlet başkanının kendisi” olmaktadır. Suçtan zarar gören, “devlettir” ve fakat suçun mağduru “devlet başkanıdır” … Suçun mağduru durumundaki devlet başkanının hayatı kişisel bir değer olarak ele alınmamaktadır. Devlet başkanının hayatı, devletin doğrudan doğruya ve olağanüstü bir konusu ona ait bir değer olarak sayılmaktadır. (Özek, Devlet başkanına karşı suçlar, 1970 bası, s. 128-129) görüşü ileri sürülmüştür.

Cumhurbaşkanına suikast suçu 5237 sayılı TCK’nın 310. maddesinde düzenlenmiş olup ihlal ettiği hukuki değer bakımından anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar bölümünde yer almıştır. Düzenleme yeri ve doktrindeki görüşlere göre, Cumhurbaşkanına süikast “öldürme” suçlarının nitelikli hallerinden değil, ayrı bir hukuki değeri ihlal eden suç türüdür. Bu itibarla 765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönem için kabul edildiği gibi, 5237 sayılı TCK açısından da bu suçtan zarar gören “devlettir”. Bu nedenle 5237 sayılı TCK’nın Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıklı beşinci bölümünün 310. maddesinde düzenlenen Cumhurbaşkanına suikast suçunda, suç tarihindeki yasal mevzuata göre yürütme organı olan bakanlar kurulunu temsilen TC Başbakanlık makamının suçtan zarar gören sıfatıyla CMK’nın 237/1. maddesi uyarınca kamu davasına katılma hakkının bulunduğunun kabulünde zorunluluk olduğundan; Cumhurbaşkanına suikast suçu nedeniyle, suçtan doğrudan doğruya zarar gören Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık vekilinin davaya katılma talebinin reddi usul ve yasaya aykırı görüldüğünden, redde ilişkin kararın kaldırılmasına, CMK 237/1-2 maddesi gereğince, Başbakanlığın davaya katılan olarak kabulüne, temyiz talebinin incelenmesine, d- Sanıklara yüklenen suçların niteliği itibariyle suçtan doğrudan doğruya zarar görmeyen ve bu nedenle de davaya katılma hakkı bulunmayan … ve … ‘nün tüm suçlardan; TC Başbakanlık’ın ise Anayasayı ihlal ve Cumhurbaşkanına suikast suçu dışındaki diğer suçlardan davaya katılmalarına ilişkin verilen karar hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz yetkisi vermeyeceğinden temyiz istemlerinin reddi ile 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca istinaf taleplerinin reddine dair kararın ONANMASINA, Diğer temyiz taleplerinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi; Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; Sanıklara müsnet Anayasayı ihlal ve Cumhurbaşkanına suikast suçlarının unsurları ve özel görünüm şekilleri, savunmalarda ileri sürülen hukuki kurumlar ile sanıkların hukuki durumları değerlendirilecektir.

2- ANAYASAYI İHLAL SUÇU Suçla igili yasal düzenlemeler şöyledir: 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Anayasayı ihlal Madde 309- (1) Ce bir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.

(2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.

(3) Bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.

Mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu Devlet kuvvetleri aleyhinde cürümler Madde 146 – Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.

65’inci maddede gösterilen şekil ve suretlerle gerek yalnızca gerek birkaç kişi ile birlikte kavli veya tahriri veya fiili fesat çıkararak veya meydan ve sokaklarda ve nasın toplandığı mahallerde nutuk irat veyahut yafta talik veya neşriyat icra ederek bu cürümleri işlemeğe teşvik edenler hakkında, yapılan fesat teşebbüs derecesinde kalsa dahi ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur.

(Ek: 6/7/1960 – 15/1 md.) Birinci fıkrada yazılı suça ikinci fıkrada gösterilenden gayri surette iştirak eden fer’i şerikler hakkında beş seneden on beş seneye kadar ağır hapis ve amme hizmetlerinden müebbeden memnuiyet cezası hükmolunur.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 309. maddesinin gerekçesi ise şu şekildedir: “Anayasanın Başlangıç Kısmında aynen “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiç bir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk dışına çıkamayacağı; hiç bir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerini, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğin karşısında koruma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” şeklindeki ifade ile siyasal iktidarın kuruluş ve işleyişine egemen olması gereken ilkeler gösterilmiş bulunmaktadır.

Siyasal iktidarın kuruluşu ve işleyişine egemen olan bu ilkeleri içeren kuralların bütünü, Anayasal düzeni teşkil etmektedir. Bu madde ile korunmak istenen hukuki yarar, Anayasa düzenine egemen olan ilkelerdir.

Madde ile korunmak istenen hukuki yararın niteliği dikkate alınarak, “Türkiye Cumhuriyet Anayasasının öngördüğü düzen” ibaresi kullanılmış, böylece korunmak istenen hukuki yarara açıklık getirilmiştir.

Maddede tanımlanan suçun oluşabilmesi için, ce bir veya tehdit kullanarak Anayasal düzenin değiştirilmesine teşebbüs edilmesi gerekir. Bu nedenle, ce bir ve tehdit bu suçun unsurunu oluşturmaktadır. Ce bir ve tehdit kavramlarının hukuki anlam ve içeriği, bilinen bir husustur. Bu nedenle, Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak ce bir veya tehdit kullanılara, yani bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir. 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146. maddesinin kaynağını oluşturan 1889 İtalyan Ceza Kanununun 118. maddesi, 146. maddede olduğu gibi, ce bir (“Violentemente”) unsurunu taşımaktaydı. Ancak, 1930 faşist İtalyan Ceza Kanununun aynı konuyu düzenleyen 283. maddesinde, suç tanımından ce bir unsuru çıkartılmıştı. Faşizmin etkisiyle kaleme alınan 283. madde, bilahare 11/11/1947 tarihinde yeniden değiştirilerek suç tanımında tekrar ce bir unsuruna yer verilmiştir.

Maddede maddi unsur olarak ” teşebbüs edenler” ibaresi kullanılmış olduğundan, Anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen üzerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edilmesi, cazalandırma için yeterlidir. Suç hem idare edenler hem de idare edilenler tarafından işlenebileceğinden teşebbüste aranılacak elverişlilik, suçun işleniş biçimi ve özellikle suçun bir tehlike suçu olduğu dikkate alınarak, kullanılan ce bir veya tehdidin netice elde etmeye elverişli olup olmadığının hâkim tarafından takdir edilmesi gerekir.”

A)Genel olarak: 1982 Anayasasının 2. maddesi ile Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliği “hukuk devleti” olarak tayin edilmiştir. “Hukuk devleti; insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasaya uyan devlettir.” (Anayasa Mahkemesi 11.10.1963 T.124-243 sy. Kararı) Meşruluk, sitenin/devletin gözle görünmeyen barış meleğidir. (Ferraro) Hukuk devletinin meşruiyet kaynağı hukuktur. Toplumun genelini ilgilendiren her olayın tarihi bir yanı varsa da hukuk devleti bağlamında olaylar hukuka uygun olup olmadıkları ile değerlendirilirler. Hukuk devleti her alanda adil ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kurarak hukuka aykırı ve suç oluşturan her fiili, olay ve fail istisnasına tabi tutmaksızın hukuk denetimine tabi tutar.

Anayasal düzenin zorla değişmesiyle sonuçlanan eylem, hukuki açıdan bir darbe mi, yoksa ihtilal midir, darbe ya da ihtilal olması suç vasfını değiştirecek midir? “İhtilal, toplum düzenini değiştirmek için zor kullanılarak yapılan yaygın halk hareketi, hükümet darbesi ise demokratik olmayan yollardan devlet yönetiminin ordu gücü ile ele geçirilmesi” (E.Teziç, Anayasa Hukuku, 20. Bası, s. 188) olarak tanımlandığına göre, sanıkların eylemlerinin ihtilal değil, Anayasal düzene karşı yapılmış açık bir darbe olduğunda kuşku yoktur. Kaldı ki her iki fiilde de Anayasayı ihlal suçu oluşacaktır. Öğretide atıf yapılan görüşlerde suçun “ihtilal” olarak isimlendirilmesi neticeye etkili olmayacaktır.

Ülkemizin çok partili siyasi hayata geçişinden sonra, köklü temelleri olmayan demokrasi serüveninde, henüz demokrasi kültürünün oluşmasına fırsat vermeden darbe yapma alışkanlığını sıradanlaştıranların, ünvan ve statüleri ne olursa olsun, ihlal edilen hukuk düzeninin tesisi, toplumun demokratik geleceğinden emin olması, temel hak ve hürriyetleri ile mukadderatını tayin hakkının korunması bakımından, her suçlu gibi cezai bir yaptırıma tabi tutulması hukuk devleti olmanın gereğidir.

Hukuk kuralları koyma ve kamu gücünü kullanma tekeli devleti yönetenlerin elindedir. (Teziç, Anayasa Hukuku 20. Bası s.128) Modern devletin maddi özünü ce bir kullanma tekeline sahip bulunan siyasal iktidar oluşturmaktadır. (M. Erdoğan, Anayasal Demokrasi 7. Bası s.327) Devleti meydana getiren dinamik unsur siyasi iktidar olduğuna göre, bir devletin mevcudiyeti ve devamı iktidarın himayesine bağlıdır. Bunun içindir ki, hukukun en eski günlerinden bu yana değişik sistemler içinde siyasi kuvvetler himaye edilmiştir. Devlet otoritesinin mevcudiyeti ancak siyasi iktidarın himayesiyle mümkündür. Devlet mefhumunun hukuki ve politik karakterini ortaya koyan siyasi iktidar realitesi, devleti diğer topluluklardan ayıran kriterdir. Ülke ve Millet mefhumlarını bir birlik ve siyasi organizasyon halinde ortaya koyan unsur siyasi iktidardır. Bu bakımdan devletin varlığını tehlikelere ve fiili karşıt hareketlere karşı himayesi bir zaruretin icabıdır ve devlete devlet vasfını veren iktidar unsuru bu himayenin en önemli parçasını teşkil etmektedir. Fakat bu himaye demokrasilerde hiç bir zaman fikrin cezalandırılmasına hak vermez. (Siyasi İktidar Düzeni ve Foksiyonları Aleyhine Cürümler, Özek, 1976, s. 50) Mülga 765 sayılı TCK’nın 146. (5237 sy. TCK’nın 309.) maddesi, siyasi iktidar ve anayasal düzeni himaye etmektedir. Düzen aleyhine maddi fiillerde, icra hareketlerinin mevcudiyetini aramaktadır. Siyasi iktidar düzeni aleyhindeki fiiller, mevcut müesseseleşmiş prensiplere ve düzene karşıdır. Anayasal düzen aleyhine yapılacak bir fiil, tabii olarak ideolojik prensibin de ihlali anlamını taşıyacaktır. İktidarı ele geçirmek için yapılacak bir ihtilal, hem anayasanın kabul ettiği iktidara geliş müessesesini ve hem de demokratik hayat ideolojisini ihlal etmiş olacaktır. (Özek, age, s. 51) Anayasayı değiştirici kuvvet başarı kazanmış bir darbe olduğu takdirde durum ne olacaktır? Mahkemelerin darbe ile gelmiş iktidarları, iktidarda bulundukları müddetçe yargılayabilmeleri imkanı yoksa da, iktidarın sona ermesinden sonra bunların yargılanabilmeleri mümkündür. (Özek, age, s. 71) Askerî darbenin maddi ce bir içerdiği tartışmasız bir gerçektir. Bu itibarla darbe sonrası suçun tamamlanması yani zarar suçuna dönüşmesinde de eylem suç olma vasfını korur. Devletin kudret ve kuvvetini kullananlar da bu suçun faili olabilirler. Anayasal düzenin öngördüğü demokratik teamüller dışında sistemin değiştirilip yeni bir düzen kurulması halinde, darbe yapanların, kendilerini hukukî yönden de takip edilmez kılmaya çalıştıkları bir vakıa olduğu gibi devlet kudretini kullanarak iktidarı ele geçirenleri yargılayamamak fiili bir durum oluştursa da eylemi suç olmaktan çıkarmayacaktır. Yargılama önündeki hukuki ve fiili engellerin kalkması halinde pekala yargılanmaları mümkündür. (Aynı görüş için bknz. Özek, age, s. 126) B)Suçla Korunan Hukuki Değer: Bu suçla korunan hukuki değer, millet iradesine dayanan demokratik rejimdir. (Prof. Dr. İ. Özgenç, Suç Örgütleri, 8. Bası, s. 224) Madde gerekçesinde de, siyasal iktidarın kuruluşu ve işleyişine egemen olan ilkeleri belirleyen kurallar bütünü olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzen ve bu düzene egemen olan ilkeler olarak belirtilmiştir.

C) Suçun Maddi Unsurları: 1) Suçun konusu: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzen ve devletin siyasi biçimini ve kuruluşun dayandığı ideolojik esasları ifade eden temel ilkelerdir.

2)Fiil: Ce bir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye elverişli vasıtalarla teşebbüs etmektir.

Bu suçun bu amaçla kurulmuş bir örgüt faaliyeti kapsamında işlenmesi, korunan amaçlara matuf fiillerin elverişliliğinin değerlendirilmesi bakımından önem taşımakta ise de, bu hususun Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde düzenlenen suçun unsuru olmadığı kabul edilmektedir. (Kangal s. 40; Hafızoğulları, TCK madde 302, s. 509; Yard. Doç. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 75) Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde yer alan amaçları gerçekleştirmeye yönelik araç suç, bu amaçları gerçekleştirmeye elverişli olmak kaydıyla icrai ya da ihmali hareketle işlenebilir. (Eren-Toroslu, Özel Hükümler, s. 73; Soyaslan, Özel Hükümler, s. 582; Akdoğan s. 25; Akbulut s. 135; Vural-Mollamahmutoğlulları, Türk Ceza Kanunu Yorumu, s. 1775; Hafızoğulları, TCK madde 302, s. 561; Yard. Doç. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 91) Ancak, ihmali fiillerle bu suçun işlenebilmesi, sanığın gerçekleştirilmekte olan icraî fiiller yönünden görevi gereği önleme yükümlülüğünün mevcudiyedine, başka bir deyişle garantör sıfatının bulunmasına bağlıdır.

Demokratik yöntemlere uygun seçim sistemini ve özgürlükler rejimini hukuk dışı yöntemlerle değiştirmeye yönelik her türlü cebrî fiillerin bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir.

Ce bir ve şiddet kullanılarak elverişli bir ya da eş zamanlı bir çok hareketle Anayasanın öngördüğü düzeni, doğrudan doğruya, tanımlanan biçimde değiştirmeye yönelik bir fiilin icrasına başlandığı anda suç işlenmiş, suç yolu tüketilmiş olmaktadır. (Manzini, Trattato, IV, s. 489; Fiandaca-Musco, Diritoo penale, Ps., s. 11; Antolisei, Manuale, Ps., II, s. 1011; Erem, Ceza Hukuku, HH., s. 78; Yaşar-Gökcan-Artunç, Ceza Kanunu, VI, s. 8468, Z. Hafızoğulları-M. Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, s. 373) Belirli bir plan içerisinde uygulamaya konulan sistemli ve örgütlü bir bağlantı içinde organik bütünlük arz eden eylemler tehlike suçunun oluşması için yeterlidir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 23/11/1999 tarih, 9-274/284 karar) Suç, bir teşebbüs suçu ise de gerek yargısal kararlarda gerekse doktrinde duraksamasız biçimde kabul edildiği üzere fiilin, hazırlık hareketlerinden çıkıp icra aşamasına ulaşması gerekir. Korunan değerlere matuf tehlike oluşturmaya elverişli eylemlerin bu fiil kapsamında değerlendirilmesi nedeniyle suçun bir somut tehlike suçu olduğunun kabulü gerekir.

a)Tipik eylemin amaç suç yönünden elverişlilik sorunu: İşlenen araç suçun vahim eylem kabul edilmesi ve failin ayrıca amaç suçtan (TCK 309. md.) da cezalandırılabilmesi için, eylemin bireysel bir amaçla/saikle değil, yasa maddesinde belirtilen amaçları gerçekleştirmek üzere kurulmuş bir örgütün faaliyeti kapsamında ika edilmiş olması gerekmektedir.

Cezalandırılan hareket anayasal düzeni tehlikeye koyan icra hareketleridir. Diğer birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de devletin birliği ve bütünlüğü ile anayasal düzenine karşı işlenen fiiller, bu amaçla kurulmuş terör örgütlerinin faaliyeti çerçevesinde işlenmektedir. Bu tür terör örgütlerinin araç fiil olarak ifade edilen ve maddede belirtilen amaçlara yönelmiş olan adi suç niteliğindeki kasten öldürme, kasten yaralama, yağma, mala zarar verme vb. fiilleri işlemelerindeki gaye; kamu düzenini bozmak, kamu otoritesini zayıflatmak, toplumda kargaşa yaratmak, toplumun şiddet yoluyla siyasallaşması ve kutuplaşmasının yolunu açmak ve toplumun karşı koyma gücünü felce uğratmaktır. Fail için işlenen araç suçla ortaya çıkan somut zarar neticesi değil (yakın netice), bu fiilin toplum üzerinde meydana getirdiği etki (uzak netice) önem arz etmektedir. Fail, işlediği araç fiillerle devlet otoritesinin, ülkesinde yaşayan halkın güvenliğini koruma görevini gerçekleştiremediği, zayıfladığı ve işlerliğini yitirdiği imajını yaratmaya çalışarak devlete olan güveni sarsmayı amaçlar. Ülkede yaşanan kaos ortamı ile toplumda ortaya çıkan korku ve endişe, yöneticilerde ve halkta istenileni vererek kaos ortamını bitirme iradesini doğurur, yöneticileri belli kararları almaya ya da politikalarını değiştirmeye zorlar ve bu da idari, siyasi, ekonomik ve toplumsal sistem değişikliklerini sonuçlar. Bu suretle de fail, esas gayesi olan devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma ya da anayasal düzenini değiştirme amacına ulaşmaya çalışır. (N.K. Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 89-90; Dönmezer, Tedhişçilik, s.56) Söz konusu düzenlemeyle esas itibariyle cezalandırılmak istenen, amaçların gerçekleştirilmesine yönelik araç fiil ile ortaya çıkan yakın netice değil, araç fiilin işlenmesi ile suçun konusunun zarara uğraması tehlikesidir. Yasa koyucunun düzenlemenin ikinci fıkrasında amaca yönelik araç fiillerinin ayrıca cezalandırılacağını kabul etmesi de bu hususu desteklemektedir. Söz konusu düzenleme dikkate alındığında; araç fiilin işlenmesine yönelik icra hareketinin, hem zarar ya da tehlike suçu niteliğindeki araç fiilin (TCK 309/2) hem de tehlike suçu niteliğindeki amaç suçun (TCK 309/1) “fiil” unsurunu teşkil ettiği görülmektedir.” (N.K. Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 89-90) Kanuni tanımda yer alan araç fiilin, suç olması gerektiğinde kuşku yoktur. Müstekar uygulamaya göre araç suç, zarar ya da tehlike suçu (Yargıtay 9. CD’nin 26/06/2012 tarih ve 2012/2855-8069 sayılı kararı; 15/01/2014 tarih ve 2013/12441-2014/614 sayılı kararı; 30/03/2010 tarih ve 2009/8654-2010/3632 sayılı kararı; 09/06/2011 tarih ve 2011/4202-2011/3296 sayılı kararı vb.) olabilir. Ancak suç teşkil eden her fiilin de amaç suçu oluşturmak için yeterli/elverişli olmadığı açıktır. Fiilin bu niteliği taşıyıp taşımadığı ise her olayın özelliğine göre; fiilin niteliği, işleniş biçimi, işlenme zamanı, toplumda meydana getirdiği etki, ortaya çıkan zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı, faaliyet alanı, ülke genelindeki organik bütünlüğü gibi ölçütler değerlendirilerek takdir edilecektir. Toplumda kaos ve tedirginlik oluşturacak, devlet otoritesine olan güveni sarsacak, kamu düzenini ve toplum barışını bozarak devletin anayasal düzeni bakımından somut tehlike meydana getirecek yoğunluk ve ciddiyetteki eylemlerin amaç suç yönünden elverişli olduğu kabul edilmektedir. Güdülen amacın gereği olarak bu eylemlerin belli bir kişi ya da kitleye tevcih edilmesi gerekmez. Amaç tedhiş ortamı oluşturmak olduğuna göre hedefin muayyen veya gayrımuayyen olmasının da bir önemi yoktur.

Suça teşebbüsün kabulü için aranan elverişli vasıtalarla cebrî eylemlere başlanıp başlanmadığı araştırılırken ve vasıtanın elverişliliği takdir edilirken tek tek yapılan eylemlerle amaçlanan hedefler arasında doğrudan doğruya bağ kurmak yoluna gidilirse TCK’nın 146. maddesinin de hiç bir olaya uygulanamayacağı ortaya çıkar. Bu sebeple gerçekleştirilen eylemlerin ve bu eylemlerde kullanılan vasıtaların tehlikeyi doğuracak eylemin yapılmasına elverişli olup olmadığının takdiri yeterli kabul edilmiştir. (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 25/03/1983 tarih ve 70-73 sayılı kararı) b)Tipik eyleminin hazırlık hareketi aşamasında kalıp kalmadığı sorunu: Elverişli/vahim eylemin diğer tabirle araç suçun, hazırlık hareketi aşamasından icra hareketi safhasına geçmesi, en azından teşebbüs boyutuna ulaşması, “amaçlanan sonucu doğurabilecek icra hareketi olarak belirginleşmesi gerekir.” (Yargıtay CGK’nun 09/02/2010 tarih ve 2009/9-103, 2010/22 sayılı kararı) Suç yolunda gerçekleştirilen hazırlık hareketlerinin tamamlanmış suç kabul edilip cezalandırılmadığı hallerde eylemin hangi şartlarda icra hareketi sayılacağı sorunu ile karşılaşılır. Sorunun çözümü bağlamında ortaya konan ve TCK’nın 35. maddesinin gerekçesinde “Eğer failin kastının şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkmasıyla icranın başlayacağı yolundaki sübjektif ölçüt kabul edilirse, kişinin düşüncesi ve yaşam tarzı dolayısıyla cezalandırılmasına varabilecek bir uygulamaya yol açılacaktır. Çünkü hazırlık hareketleri aşamasında da kastın varlığının şüpheye yer vermeyecek biçimde tespit edilebilmesi mümkün olup, böyle bir ölçüt hazırlık– icra hareketleri ayrımı konusunu bir kanıtlama sorunu haline getirmektedir. … Açıklanan bu nedenlerle, Tasarıdaki “kastı şüpheye yer bırakmayacak” ölçütü madde metninden çıkartılmış ve bunun yerine “doğrudan doğruya icraya başlama” ölçütü kabul edilmiştir. Böylece işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içindeki hareketlerin yapılması durumunda suçun icrasına başlanılmış sayılacaktır.” denilmekle benimsenen, (Artuk/Gökçen/Yenidünya, Genel Hükümler, (7), s. 569-570; Centel/Zafer Çakmut, (4), s. 455; Öztürk/Erdem, kn. 359; Hakeri, Ceza Hukuku, (15), s. 423 vd.; Özbek, Teşebbüs ve Kusurluluğa, s. 20; Prof. Dr. Mahmut Koca ve Prof. Dr. İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, s. 408) Yargıtay tarafından da uygulana gelen (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19/10/2010 tarih ve 1-153/206 sayılı kararı vb.) objektif teori-Frank formülüne göre; Suçun kanuni tarifinde unsur veya nitelikli hal olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde icra hareketlerinin başladığını kabul etmek gerekir. Gerçekleştirilen bir hareketin icra hareketi teşkil edip etmediğinin belirlenmesinde, hareketin harici olarak değerlendirilmesiyle yetinilmemeli, özellikle bu hareketin suçun konusuyla yakın bağlantı içerisinde olup olmadığı ve suçun konusu bakımından tehlikeye sebebiyet verip vermediği de araştırılmalıdır. Bir hareket kısmi olarak tipik olmasa da mahiyeti itibariyle yapılan değerlendirmeye göre tipik harekete zorunlu olarak bağlı ise icra hareketi sayılmalıdır. (Prof. Fatih Selami Mahmutoğlu – Av. Serra Karadeniz-LLM, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümleri Şerhi, s. 792, 793, 794; İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 503 vd.; Artuk/Gökçen/Yenidünya, Genel Hükümler, (7), s. 569-570; Centel/Zafer Çakmut, (4), s. 455; Öztürk/Erdem, kn. 359; Hakeri, Ceza Hukuku, (15), s. 423 vd.; Özbek, Teşebbüs ve Kusurluluğa, s. 20; Prof. Dr. Mahmut Koca ve Prof. Dr. İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, s.408) c) Suçun İhmali Davranışla İşlenmesi: Hukuk normları, ya yasaklayıcı norm ya da emredici norm olarak ortaya çıkarlar. Yasaklayıcı norm, belli bir hareketin yapılmasını yasaklar. Zira yasaklanan hareketin yapılması halinde bir hak ihlali söz konusu olacaktır. Ceza kanunlarındaki suçların çoğu yasaklayıcı normun ihlal edilmesiyle işlenen suçlardır. Yasaklayıcı normun ihlali ancak icraî bir hareketle gerçekleştirilebilir. Emredici norm ise, belli bir hareketin yapılmasını emreder. Bu hareket yapılmadığında bir hak ihlal edilmiş olacaktır. Bu nedenle ihmali suçlar cezayı gerektiren emredici normlara karşı gelmek suretiyle işlenebilir. Bu doğrultuda Ceza Kanunumuzun özel kısmında suçlar çeşitli şekillerde tasnif edilirken, ayrımlardan birisi de gerçekleştirilen hareketin şekline göredir. Bunlar icrai suç ve ihmali suç olarak ayrıma tabi tutulmuştur.

“İhmali ifade etmek üzere; olumsuz, menfi, negatif hareket; icrai ifade etmek üzere de olumlu, müspet, pozitif hareket terimlerine rastlanmaktadır” (Hakan Hakeri, Kasten Öldürme Suçları, 2006 baskı, s. 69) Hukuksal yararlara saygı gösterilmesi gereği iki şekilde ihlal edilebilir. İlki, bir hukuki yarara tecavüz teşkil edilen bir hareketin yapılması, ikinci olarak da hukuki yararı koruyan hareketin yapılmaması suretiyle (Gössel, 323). Bununla beraber garantörsel ihmali suçları da bu ayrıma dahil ederek üçüncü bir ayrım yapılabilir. Nitekim icra ve ihmal ile işlenebilen suçların yanısıra hem icrai hem de ihmali hareketlerle işlenebilen suçlar da söz konusu olabilir. (Hakeri, age, s. 70) İhmal, Türkçe sözlükte; “gereken ilgiyi göstermeme, boşlama, savsaklama, savsama, önem vermeme” olarak, Osmanlıca-Türkçe büyük lügatta da “ehemmiyet vermemek, yapılması lazım işi sonraya bırakma, dikkatsizlik, başlayıp bırakmak, terk etmek” şeklinde açıklanmaktadır.

İhmali suçlar iki gruba ayrılmaktadır. Birinci grup, gerçek ihmali suçlar olup “ihmali hareketin bizzat suç tipinde gösterildiği suçlardır.” Bu suçlarda tipiklik, kanunda tarif edilen belli bir emredici normun kasten yerine getirilmemesiyle gerçekleşir. İhmali davranışın sonucunda ayrıca bir neticenin meydana gelmesi bu suçların oluşması için zorunlu değildir. Gerçek olmayan ihmali suçlar ise “tipe uygun bir neticenin engellenmemesi suretiyle gerçekleştirilen suçlardır.” Fakat bunun için failin özel bir hukuki yükümlülük (garantörlük) altında bulunması gerekir. Ancak garantör olan bir kimse gerçek olmayan ihmali suçun faili olabileceğinden, bu suçlar gerçek özgü suçlardır. Ceza kanununda düzenlenen her suç, hem icrai hem de ihmali hareketle işlenebilir. Kural olarak icrai hareketle işlenebilen bir suçun ihmali hareketle de işlenebilmesine gerçek olmayan ihmali suç denmektedir. Keza bir suçun kanuni tanımında belli bir davranışta bulunma veya belli bir neticeye sebebiyet verme cezalandırılmaktadır. Gerçek olmayan ihmali suçlar, neticeli suçlardır. Bu suçlarda, mutlaka neticeyi önleme yönünden hukuki yükümlülük bulunması gereklidir.

Öğretide icrai hareketle işlenebilen bir suçun ihmali davranışla da işlenebildiğinin kabulü için, görünüşte ihmali suçlara ilişkin bir düzenlemenin genel hükümlere konulmasında zorunluluk olduğu görüşü şu gerekçe ile ileri sürülmüştür: ” … icrai hareketle işlenen suçların hangi koşullarda ihmali hareketle de işlenebileceğinin, yani ihmalin icraya eşdeğerlik koşulunun kanunun genel hükümler kısmında yapılacak bir düzenleme ile belirlenmesi gerekirdi. Ancak yeni TCK’da ihmali hareketin icrai harekete eşdeğer sayılacağı haller belirli bazı suçlarda sınırlı olarak öngörülmüştür. Bunlar, kasten öldürme, kasten yaralama ve işkence suçlarıdır. Bunların dışında kalan suçların ihmali bir hareketle işlenmesi durumunda failin cezalandırılıp cezalandırılmayacağı hususu tartışmalı hale gelmiştir. Kanaatimizce kanunilik ilkesi açısından, görünüşte ihmali suçlara ilişkin bir düzenlemenin genel hükümlere konulmasında zorunluluk vardır. Mevcut düzenlemeye göre, ihmali hareketle işlenebileceği açıkça belirlenemeyen suçların ihmali hareketle işlenmesi mümkün değildir. Kanun koyucu sadece bu suçların kanuni tanımında açıkça ihmali hareketi icrai harekete eşdeğer gördüğünü belirtilmiştir. Dolayısıyla bunların dışında kalan suçların ihmali hareketle işlenebileceğini kabul etmek kanunilik ilkesine aykırı olabileceği gibi, kanun koyucunun iradesiyle de çelişecektir.” (Koca-Üzülmez, TCK. Genel Hükümler, 9. baskı, s. 381-382; atfen, Öztürk/Erdem, kn. 171, 5237 sayılı TCK, s. 180; Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler. 12. basım, s. 145) Gerçek olmayan ihmali suçların tamamlanabilmesi için tipe uygun neticenin meydana gelmesi gerekir. Ancak, netice de faile objektif olarak isnat edilebilmelidir. İcrai suçlarda objektif isnadiyet, failin neticeye sebebiyet vermesini gerektirmektedir. İhmali suçlarda da nedensellik bağı ve objektif isnadiyet sorumluluk için şarttır. Ancak, icrai suçlarda olduğu gibi netice hareketin fiziki bir sonucu olmasından ziyade, hukuken beklenen hareket yapılmış olsaydı tipe uygun neticenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bakılmalıdır. Başka bir deyişle, ihmali hareket olmasaydı, yani icrai bir hareket yapılsaydı netice meydana gelmeyecekti denilebiliyorsa, ihmali hareketle netice arasında nedensellik bağı vardır. Aksi taktirde ihmali hareketten doğan sorumluluğun sınırlarının aşırı şekilde genişletilmesi söz konusu olacaktır.

Neticenin önlenmesi hususundaki yükümlülük “koruma yükümlülüğü” veya “gözetim yükümlülüğü” olarak adlandırılmaktadır. Garantörlük kavramı olarak ifade edilen bu durum; kanundan, sözleşmeden ve kendisinin yaratmış olduğu tehlikeli durumdan kaynaklanabilir.

TCK’nın 83. maddesinde gerçek ihmali suç olarak yer verilen ihmali davranışla ölüme sebebiyet vermek suçu yönünden ihmali davranışın icrai davranışa eşdeğer kabul edilebilmesi için; failin, kanuni düzenlemelerden ya da sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması gerekmekte, önceden gerçekleştirilen davranışın başkalarının hayatıyla ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması gerekliliğine işaret edilmektedir. Ayrıca sorumluluk için nedensellik bağının da bulunması gereklidir. Yani fail, yükümlülüğünü yerine getirmesine rağmen neticeyi önleyemeyecek idiyse ihmali davranış sonrası gerçekleşen neticeden sorumlu tutulamayacaktır.

d)Sanığın eylemi/araç suç ile amaç suç arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı sorunu: Türk Ceza Hukuku uygulamasında kabul edilen ve uygun illiyet teorisini esas alan “karma uygunluk teorisi”ne göre; neticenin isnat edilebilirliği bakımından, nedensellik bağı gerekli fakat yeterli değildir. Neticenin sanığa isnat edilebilmesi için eyleminin, neticeyi meydana getirmeye uygun ve elverişli olmasının yanında, meydana gelen neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi gereklidir. Objektif isnadiyetten bahsedebilmek için netice, “failin eseri olmalıdır.” Objektif isnadiyette, hareketin yapıldığı koşullara gidilir ve o anki somut koşullar ile üçüncü kişinin bilgi ve tecrübesine göre gerçekleştirilen hareketin söz konusu neticeyi oluşturmaya elverişli olup olmadığı belirlenir. Subjektif olarak ise failin kişisel bilgisi ve tecrübesi araştırılır. Her iki değerlendirme uyumlu ise hem nedensellik bağı hem de kusurluluk meselesi çözülmüş olacaktır. Objektif değerlendirme ile sübjektif tasavvur birbiri ile uyumlu değil ise, eğer fail objektif olarak öngörülmeyen bir neticeyi öngörmüşse nedenselliğin varlığı kabul edilecek, objektif olarak öngörülen husus sanık tarafından öngörülmemiş hareket ile netice arasındaki öngörmeme durumunda sanığın kusuru mevcut ise fail neticeden sorumlu kabul edilecek, aksi halde neticenin tahmininde sanığın kusuru yoksa cezalandırma söz konusu olmayacaktır.

İlliyet bağının, örgütlü suçlar/terör örgütleri bağlamında değerlendirilmesine gelince; her halde suçun oluşması için, failin amaca yönelik işlediği vahim eylem/elverişli araç suç ile suçun konusu üzerinde meydana gelen somut tehlike arasında illiyet bağının bulunması gerekir.

Kanun koyucu, TCK’nın 20/1. maddesinde yer alan “cezaların şahsiliği” ilkesini de gözeterek örgüt mensuplarının örgütteki konumu ve fiilinin niteliğine göre ayrı ayrı suç tanımlamaları yaparak ceza adaleti bakımından dengeli bir sorumluluk rejimi belirlemiştir.

Terör örgütlerinin her kademesindeki mensuplarının, hatta yardım edenlerinin bile, örgütün “devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak ya da anayasal düzenini ortadan kaldırmak” şeklindeki nihai amacını bildiklerinde şüphe olmadığı halde, örgüte yardım eden, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen, örgütün üyesi, yöneticisi veya kurucusu olanlar arasında hiç bir ayrım yapmaksızın her eylemin amaç suç olan TCK’nın 302 ve 309. maddelerinde düzenlenen suçlardan cezalandırılması gerekeceği gibi bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Yüksek Yargıtayın yerleşik uygulamaları da bu yöndedir.

e)Tipik eylemde cebrilik sorunu: Tipik eylem, ce bir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye elverişli vasıtalarla teşebbüs etmektir.

Görüldüğü üzere, ce bir ve şiddet bu suçun unsurunu oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak ce bir ve şiddet kullanılarak, yani bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir.

Kanunun aradığı cebrilikten maksadın fiziki/maddi ce bir olduğu açıktır.

Fiziki güce dayanan elverişli ve cebri eylemin, Anayasayı ihlal/Hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçunu oluşturacağı konusunda Fransız, İtalyan, Alman ve Türk hukukunda hiç bir hukukçunun itirazı yoktur. (Prof. Dr. Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 11. Baskı, s. 779, 780, 781, 782) Amaç suç yönünden elverişli/vahim olduğu takdirde silahlı bir örgütün veya silahlı kuvvetlere mensup unsurların Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Cumhurbaşkanlığı’nı ya da benzer kurumları kuşatması halinde silah kullansın ya da kullanmasın fiziki cebrin mevcudiyetinde tereddüt edilemez. Harpte ülkeyi korumak veya gereğinde siyasi iktidarın inisiyatifiyle kamu düzenini sağlamak amacıyla verilen devlete ait silah, tank ve uçağın kanuna aykırı bir şekilde, Anayasal düzeni yıkmak amacıyla kullanılması halinde tipik eylem gerçekleşmiş olacaktır.

Müsnet suçun, devlete ait kamu gücünün kullanılarak işlenmesi olarak ifade edilen “manevi cebir”le işlenip işlenemeyeceğine gelince; Türk doktrininde Özek, Erem, Toroslu ve Soyaslan (Prof. Dr. Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 11. Baskı, s. 779, 780, 781, 782) tarafından benimsenen görüşe göre; cebir, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146. maddesindeki suçun “müstakil bir maddi unsur”unu oluşturmamaktadır. Suçun oluşumu için “failin hukuka aykırı usullere veya cebre matuf bir iradesinin mevcudiyeti” yeterli olacaktır. Bu fikre göre ce bir “faildeki kusurlu iradede de mevcut bulunabilir”. “Mülga 765 sayılı TCK’nın 146. maddesinin cezalandırmak istediği husus, Anayasa iradesine aykırı iradelerdir.” Buna göre, “Anayasa iradesine aykırı, netice olarak, hukuka aykırı bulunan her türlü vasıta ve usul ce bir unsuruna dahil olmak gerekir.” Mesela Anayasanın 4. maddesine göre devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü ile laiklik ve demokratik olma gibi cumhuriyetin nitelikleri ayrıca resmi dilin Türkçe olduğuna dair Anayasa hükmü değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez. Anayasadaki bu hükümlerin değiştirilmesine yönelik olarak bir milletvekili tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir kanun teklif vermesi 146. maddedeki suçu oluşturmayacaktır. Ancak bu değişiklik teklifinin “gündeme alınarak meclis müzakerelerine konu yapılması, 146. maddeyi ihlal edecek bir icra hareketi olur.”

Bu görüşe göre, suçun oluşması için cebrin bil fiil tahakkuk etmesine de gerek yoktur. Suçun oluşabilmesi için “failin gayri hukuki vasıtalarla neticeye erişmek hususundaki kastının mevcudiyeti yeterlidir”. Hatta kastın varlığını tespit için “objektif bir takım emarelerin, maddi delillerin mevcudiyeti dahi şart değildir”. Daha da ileri gidilerek, anayasal düzeni değiştirmek hususundaki “gayeye erişilmesi için cebrin mevcudiyeti veya düşünülmesi dahi gerekli görülmemiştir”. Gayenin tahakkukunu engelleyebilecek reaksiyonları kırmak için kullanılacak hukuka aykırı usuller dahi yeterli sayılmaktadır.

Ce bir kavramını bu şekilde geniş yorumlayan anlayışa göre; Anayasada öngörülmüş olan usule riayet etmeksizin bir anayasa veya kanun değişikliğinin yapılması teşebbüsünde bulunulması dahi, mülga 765 sayılı TCK’nın 146. maddesindeki suçu oluşturacaktır. Anayasal düzeni değiştirmek için başvurulan yolun Anayasada öngörülen usul ve esaslara aykırı olması, söz konusu suçun oluşumu açısından yeterli görülmektedir. Keza, “Anayasaya aykırılığı açık olan bir kanunun meclisçe çıkarılması da” 146. maddedeki suçu oluşturmaktadır. Bu anlayışa göre, 146. madde kapsamında düzenlenen suç, “görevin suistimali, yetki gaspı, hile, keyfi işlemler” yolu ile işlenebilir.

Bu görüşte olan yazarlardan Soyaslan, Anayasal düzeni değiştirmeye cebren teşebbüs suçunun ihmali bir davranışla da gerçekleşebileceği düşüncesindedir. Yazara göre, “Cumhurbaşkanının Anayasaya alenen aykırılığı sabit olan bir kanuna karşı Anayasa Mahkemesine gitmeyişi bu suçun ihmal suretiyle icra yoluyla işlenişinin tipik” örneğidir. (İzzet Özgenç, Suç Örgütleri, 8. Bası, s. 228, 229, 230, 231) Doktrinde Prof. Dr. Doğan Soyaslan karşılaştırmalı hukuk açısından durumun, Fransız ve Alman hukukçuları için tartışmalı, İtalyan hukuku için tartışmasız olduğunu, Alman hukukunda Merkel, Haelshner, Von Liszt’in ce bir şiddet terimini maddi cebir, Binding’in hukuka aykırılık olarak; Frank, Köhler, Von Calker’in tehdidin şiddetle yapılması olarak tanımlandığını (Ceza Hukuku Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 11. Baskı, s. 779, 780, 781, 782) nakletmektedir.

Ancak mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146. maddesinin kaynağını oluşturan 1889 İtalyan Ceza Kanununun 118. maddesi, 146. madde de olduğu gibi ce bir (Violentemente) unsurunu taşımaktaydı. Ancak, 1930 Faşist İtalyan Ceza Kanununun aynı konuyu düzenleyen 283. maddesinde, suç tanımından ce bir unsuru çıkarılmıştır. Faşizmin etkisiyle kaleme alınan bu 283. madde, bilahare 11/11/1947 tarihinde yeniden değiştirilerek, suç tanımında tekrar ce bir unsuruna yer verilmiştir. (Madde gerekçesinden) 5237 sayılı TCK’nın hazırlık çalışmaları sürecinde de Hükûmet Tasarısının anayasayı ihlal suçunu düzenleyen 363. maddesinin “koruyucu doktrin”in benimsediği görüş doğrultusunda şu şekilde formüle edildiği görülmektedir: Madde 363- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının hükümlerine aykırı olarak ve Anayasanın müsaade etmediği usullerle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis ceza ile cezalandırılırlar.

Madde gerekçesi ise şöyledir: “Anayasanın müsaade ettiği usul ve yollarla Anayasa düzenine aykırı bir netice doğduğunda Anayasa Mahkemesine başvurulmak suretiyle düzeltilmesi mümkün olan bu hallerin suç oluşturmayacağı göz önüne alınarak, yürürlükteki maddedeki (cebir) unsuru yerine (Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının hükümlerine aykırı olarak ve Anayasanın müsaade etmediği usullerle) ibaresi kullanılmış, böylece cebri de içine alan hukuka ve kanuna aykırı her türlü yollar ifade edilmiştir. Bu suretle ayrıca ce bir unsurunun var olup olmadığı, maddi ve manevi ce bir gibi, 27 Mayıs 1960’dan sonra ortaya çıkan tartışmaların da giderilmesi arzulanmıştır”

Ancak Meclis çalışmaları sırasında bu görüşten vazgeçilerek yasa metninde açıkça “ce bir ve şiddet” unsuruna yer verilmiş, cebrin de fiziki/maddi ce bir olduğu gerekçede açıklığa kavuşturulmuştur.

Manevi ce bir kavramı, mehaz kanun bakımından Faşizmin, Türk Ceza Hukuku yönünden ise meşru siyasi iktidarın yargılanmasına gerekçe arayan 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra o gün iktidarda olanları yargılamak amacıyla kurulan Yüksek Adalet Divanı’nın eseridir. (Bknz. madde gerekçesi ve Prof. Dr. Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 11. Baskı s. 779, 780, 781, 782) Bu nedenledir ki, özgürlükçü çağdaş demokratik hukuk devletinde bu görüşün savunulabilir bir tarafı yoktur.

3) Fail ve Mağdur: Bu suçun faili yöneten/yönetilen herkes olabilir. Suçun mağduru ise, demokratik toplumu oluşturan her bir ferttir.

Bu suçun işlenmesi için önceden oluşturulmuş bir çete veya örgütün varlığı zorunlu değildir. Maddede ” teşebbüs edenler” denilmiş olduğundan, suçun işlenmesi bakımından şahıs itibariyle ayırım yapılmadığı, korunan değeri zorla ihlal eden bir kimsenin konumuna bakılmaksızın bu suçun faili olabileceği görülmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 07/07/1998 tarih ve 9-187/272 sayılı kararı) Bu suçun, bu amaçla kurulmuş örgütün faaliyeti çerçevesinde, örgütün kurucusu, yöneticisi, üyesi ve üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen bir kişi tarafından da işlenmesi mümkündür (Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 07/11/2014 tarih ve 5688-11080 sayılı kararı). TCK’nın 220/5. maddesinde yer alan düzenleme nedeniyle, örgüt yöneticisinin bu suçun faili olması bakımından elverişli fiilleri bizzat işlemesi zorunlu değildir.

D) Suçun Manevi Unsuru: Suç, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmak, bu düzen yerine başka bir düzen getirmek veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemek amacına matuf doğrudan genel kast ile işlenebilen bir suçtur.

E)Suça teşebbüs sorunu: Bu suç, düzenleniş itibariyle teşebbüs suçu olduğundan niteliği gereği teşebbüs mümkün değildir.

F)İçtima sorunu: Araç fiilin işlenmesine yönelik icra hareketi, hem araç suçun hem de tehlike suçu niteliğindeki amaç suçun icra hareketini oluşturduğundan sanık hukuki anlamda tek bir fiil ile kanunun birden fazla hükmünü ihlal etmekle, Türk Ceza Kanununun 44. maddesinin uygulanması gerekmekte ise de TCK’nın 309/2. maddesindeki düzenleme, fikri içtima kurumunun uygulanmasının önlenmesine getirilen bir düzenleme olduğundan araç ve amaç suçlar yönünden her olayda kural olarak gerçek içtima hükümleri uygulanacaktır.

Türk Ceza Kanununun 311. maddesinin gerekçesi de gözetildiğinde bu suçun işlenmesi sırasında kasten öldürme, nitelikli yaralama veya kamu mallarına zarar verme gibi suçların işlenmesi halinde amaç suç yanında ayrıca bu suçlardan da cezaya hükmolunacaktır. Ancak, suçun unsuru olarak sayılan “ce bir ve şiddet”in basit hallerinin işlendiği araç suçlar yönünden, cezalandırılan amaç suçla birlikte ayrıca mahkumiyet hükmü kurulamayacaktır.

Araç suçlar bakımından içtimaya ilişkin genel hükümlerin uygulanması mümkündür. Hukuki ve fiili kesintiye kadar gerçekleştirilen birden fazla araç suç için bir kez Anayasayı ihlal suçu oluşur.

Anayasayı ihlal suçunun, aynı anda yasama organına karşı ve hükûmete karşı suçla birlikte işlenmesi halinde her bir suçtan ayrı ayrı cezalandırma yoluna gidilip gidilemeyeceği hususuna gelince; Türk Ceza Kanununun 311. maddesinin gerekçesinde; “Anayasayı ihlal suçu, Anayasa düzenine hakim olan ve sistemleri koruma amacını güderken; bu madde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenlik unsurunun oluşturduğu üç güçten birini ve yasama gücünü oluşturan Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Anayasa kurallarına uygun bir biçimde görevlerini yerine getirilebilmesi yeteneğini korumaktadır. Anayasa düzenini ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirme veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önleme amacını gerçekleştirmek için Türkiye Büyük Millet Meclisine yönelen saldırılar, Anayasayı ihlal suçunu oluşturur. Bu madde kapsamında tanımlanan suç, bu amaçlar dışında Türkiye Büyük Millet Meclisinin Anayasaya uygun bir şekilde görevlerini yerine getirmesini engelleme hallerinde oluşacaktır.” denilerek konuya yeterince açıklık getirilmiştir.

Bu nedenle, aynı hukuki değerleri koruyan ve kapsamı itibariyle eylemlerin haksızlık muhtevasını tamamen ortadan kaldıran Anayasayı ihlal suçunun tüm unsurlarıyla gerçekleştiği durumlarda sanıkların ayrıca, Türk Ceza Kanununun 311 ve 312. maddelerinde düzenlenen suçlardan cezalandırılmaları cihetine gidilemeyecektir.

765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemdeki uygulama ve doktrindeki görüşler de bu doğrultudadır. Örneğin “ … fail anayasayı ihlal edecek fiilini ika ederken, parlementonun fonksiyonunu tecavüz teşkil edecek bir hukuka aykırı yolu geçmiş olursa, faile tek ceza mı yoksa iki fiilden dolayı mı ceza verilecektir. … Aynı şekilde askeri bir hükümet darbesi halinde parlementoyu fesh eden ve parlementer sisteme son veren hareket; Anayasayı ihlal etmiş ve Meclisin fonksiyonunu engellemiş olacaktır. Kanaatimizce bu durumda faile tek ceza vermek gereklidir. Zira fail parlementonun fonksiyonuna tecavüz ederken gaye olarak Anayasayı ihlali göz önünde bulundurmaktadır. Bu durumda parlementoya karşı fiil, Anayasaya karşı fiilin icrai hareketi olmaktadır. Anayasaya karşı fiilin cezalandırılması için icra hareketine başlanması kafi olduğuna göre, meclislere karşı bir fiilin belirli maksatla yapılması halinde, failin tamamlanmış bir suç varmış gibi Anayasayı ihlalden cezalandırılması icap edecektir. Bu durumda ortaya müterakki bir suç çıkmaktadır. … Meclislere karşı fiil, Anayasayı ihlal suçunun icra hareketini teşkil etmesi yönünden faile tek ceza verilmesi gereklidir. Aynı sonucu icra organına karşı işlenebilen 147 ve 149. maddeler (5237 TCK 312, 313 m.) bakımından da varmak gereklidir.” (Özek, age, 1967 İst. bası, s. 160) G-İştirak sorunu: a-Genel olarak suça iştirak: “5237 sayılı Türk Ceza Kanununda suça iştirakte, faillik ve şeriklik ayırımı öngörülmüş, azmettirme ve yardım etme şeriklik kavramı içinde değerlendirilmiştir. TCK’nın 37. maddesindeki; “(1) Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur. (2) Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır” şeklindeki hüküm ile maddenin birinci fıkrasında müşterek faillik, ikinci fıkrasında ise dolaylı faillik düzenlenmiştir.

Kanunda suç olarak tanımlanan fiilin, birden fazla suç ortağı tarafından iştirak halinde gerçekleştirilmesi durumunda TCK’nın 37/1. maddesinde düzenlenen müşterek faillik söz konusu olacaktır.

Öğretideki görüşler de dikkate alındığında müşterek faillik için iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir: 1- Failler arasında birlikte suç işleme kararı bulunmalıdır.

2- Suçun işlenişi üzerinde birlikte hâkimiyet kurulmalıdır.

Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra fiil üzerinde ortak hakimiyet kurulduğu için her bir suç ortağı “fail” konumundadır. Müşterek faillik; suçun icrai hareketlerinin birlikte gerçekleştirilmesidir. Fiil üzerinde ortak hakimiyetin kurulup kurulmadığının belirlenmesinde suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde bulundurulmalıdır. Suç ortaklarının, suçun işlenmesinde yaptıkları katkının, diğerinin fiilini tamamladığı durumlarda da müşterek faillik söz konusu olacaktır. Buna göre her müşterek fail, suçun icrasına ilişkin etkin, fonksiyonel bir katkıda bulunmaktadır. Fiilin başarı ile tamamlanması açısından yapılan iş bölümü doğrultusunda bizzat fiili icra etmeyen diğer kişinin katkısı önemli bir fonksiyon icra etmişse, bu kişi de müşterek faildir.

Suçun işlenişine katkıda bulunanların müşterek fail sayılabilmesi için mutlaka suçun işlendiği yerde olması gerekli değildir. Olay mahallinde bulunmamakla birlikte uzaktan suçun birlikte işlenişini etkileyen önemli bir katkıda bulunulması halinde müşterek faillik söz konusu olur. Uzak bir pozisyondan olay yerinde etkili bir konumda olan fail telefon ve telsiz gibi iletişim araçlarıyla koordine eden veya suçun işlenişi anında telefonla talimat veren kişi de bizzat müşterek faildir (Roxin, 2 s. 25, kn 200 Atfen, Koca -Üzülmez age.440 syf; Özgenç,Gazi şerhi,genel hükümler,3. baskı,s493).

Suçun icrası açısından müstakil bir fonksiyonu olmayan bir katkı müşterek faillik için yeterli değildir. Suçun işlenişine bulunulan katkı hazırlık hareketlerinden ibaretse,suç üzerinde müşterek hakimiyet kurulduğundan bahsedilemez, bu durumda suça yardım eden olarak katılmak söz konusu olacaktır.(Özgenç,age,s 499) 765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde de suça asli iştirak ve fer-i iştirak ayrımındaki kiriterler Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerinin kararlarına konu teşkil etmiştir. Benzer nitelikteki bazı kararlarda; “suça asli olarak iştirak etmek ile fer’i şekilde katılma arasındaki kriterler belirlenirken; suçu doğrudan doğruya beraber işleyenlerle, fer’i maddi faillerin durumları sıksık birbirine karıştırılmaktadır. Esas itibariyle suçu doğrudan doğruya birlikte işleyen faillerin hareketleri ne suçun unsuru, ne de şiddet sebebi olmayıp fer’i niteliktedirler. Fakat maddi şekilleri, suçun icrası ile aynı oluşları ve suçun icrasında birinci derecede etkili bulunuşları nedeniyle bu hareketleri gerçekleştirenler asli fail olarak kabul edilmişlerdir. Fer’i iştirakte ise suça ikinci derece katılma söz konusu olup, asli maddi failin suç teşkil eden hareketleri ile yardımcısı durumundaki fer’i failin hareketleri arasında bir bağlantı vardır.” (CGK, 23/11/1981 gün ve 214-385 sayılı kararı) “Fer’i faillik halleri yasa metninde tek tek sayılmıştır. Yasaya göre, suçun işlenmesinde asli maddi faile vasıta tedarik etmek ve suçun işlenmesini kolaylaştırıcı yardımda bulunmak fer’i fail olarak cezalandırılmayı gerektirmektedir. Bu anlamda destekleme (müzaharet) ve yardım (muavenet) suçun icrasını kolaylaştırıcı hareketler yapmak şeklinde anlaşılmalıdır. Yeni yapılan düzenleme ile suçun işlenmesini sağlayan hareket üzerinde hakimiyet kuran herkes fail sayılabilecektir. Hareket üzerinde hakimiyet kurmak birlikte irtikap etme şeklinde gerçekleşebileceği gibi zımni veya açık bir işbölümüne dayalı olarak hareketi birlikte gerçekleştirmeyi de kapsayabilir. Fakat bir başkasının bu hakereti yapması için gereken ortamı hazırlayanlardan herbirisi de fail sayılabilecektir. “(CGK 20/01/2009 gün 1/232-2 sayılı kararı) “Yasada suç olarak tanımlanan fiilin, birden fazla kişi tarafından iştirak halinde gerçekleştirilmesi durumunda TCK’nın 37/1. maddesi kapsamında müşterek faillik söz konusu olacaktır.

Müşterek faillik için iki koşulun birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir; 1- Failler arasında birlikte suç işleme kararı bulunmalıdır.

2- Suçun işlenişi üzerinde birlikte hakimiyet kurulmalıdır. Fiil üzerinde ortak hakimiyetin kurulup kurulmadığının saptanmasında suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem gözönünde bulundurulmalıdır. Suç ortaklarının suçun işlenmesinde yaptıkları katkının, diğerinin fiilini tamamladığı durumlarda müşterek faillik söz konusu olacaktır. Buna göre, her müşterek fail suçun icrasına ilişkin etkin, fonksiyonel bir katkıda bulunmaktadır.” (CGK 10/05/2011 gün ve 1/59-85 sayılı kararı) Suça iştirak şekillerinden olan faillik ile yardım etme şeklinde gerçekleşen şeriklik arasındaki önemli farklardan birisi de, suç işlenmezden önce alınan birlikte suç işleme kararı önem arz etmektedir. “Mağdur … ‘nın cep telefonlarını yağmalama eylemleri sırasında mağdura yönelik herhangi bir davranışta bulunmamaları ve olay öncesinde yağma suçunu işleme konusunda aralarında anlaştıkları yolunda bir kanıtın olmaması karşısında birlikte suç işleme kararının olmaması ve fiil üzerinde ortak hakimiyet kurulmaması nedeniyle sanıkların TCK’nın 37/1. maddesi kapsamında müşterek fail olarak kabulü olanaklı değildir … Ancak suçu icra eden sanıkların yanlarında bulunmaları, yağma eylemini gerçekleştiren sanıkların bu eylemlerine taraftar olmadıklarını gösterecek şekilde engelleyici bir söz söylememeleri ve bu yönde bir davranışta bulunmamaları, aksine olayın başından itibaren sanıkların yanında yer almaları gözönüne alındığında suçun işlenmesinden önce ve işlenmesi sırasında suçun icrası kolaylaştırmak suretiyle yardım ettiklerinden TCK’nın 39/2-c. maddesi gereğince sorumlu tutulmaları gereklidir. (CGK 17/05/2011 gün, 6/76-100 sayılı Kararı) “Yardım etme” ise 5237 sayılı TCK’nın 39. maddesinde; “(1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.

(2)Aşağıdaki hâllerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur: aa-Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.

bb- Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.

cc- Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak” şeklinde, seçimli hareketlere yer verilmiştir.

Bağlılık kuralı da aynı Kanunun 40. maddesinde; “(1) Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.

(2) Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.

(3) Suça iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir” biçiminde düzenlenmiştir.

Suçun icrasına iştirak etmekle birlikte, işlenişine bulunduğu katkının niteliği gereği kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen diğer suç ortaklarına “şerik” denilmekte olup, 5237 sayılı TCK’da şeriklik, azmettirme ve yardım etme olarak iki farklı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre, kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen veya özel faillik vasfını taşımadığı için fail olamayan bir suç ortağı, gerçekleşen fiilden 5237 sayılı Kanunun 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı uyarınca sorumlu olmaktadır.

TCK’nın 39/2. maddesindeki düzenlemeye göre, yardım etme; maddi yardım ve manevi yardım olarak ikiye ayrılmaktadır.

1- Bir suçun işlenmesine maddi yardımda bulunma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmakla birlikte anılan maddede maddi yardım; aa) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları temin etmek, bb) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak olarak sayılmış, 2- Manevi yardım ise; aa) Suç işlemeye teşvik etmek, bb) Suç işleme kararını kuvvetlendirmek, cc) Suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek, dd) Suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek şeklinde belirtilmiştir.

Kişinin eyleminin, bir suça katılma aşamasına ulaşıp ulaşmadığı, ulaşmışsa da suça katılma düzeyinin belirlenmesi için, eylemin bir aşamasındaki durumu değil, eylemin yapılması için verilen kararın, bu kararın icra ediliş biçiminin, olay öncesi, sırası ve sonraki davranışların da dikkate alınıp, tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. Zira “yardım etme” yi müşterek faillikten ayıran en önemli unsur, kişinin suçun işlenişi sırasında fiil üzerinde ortak hakimiyetinin bulunmamasıdır. (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2014/l-558-480 sayılı kararı).

b)Örgütlü suçlarda iştirak: Örgüt kurma suçu çok failli bir suçtur. Suçun oluşumu için en az üç kişinin bir araya gelmesi zorunludur.

Suça iştirakten bahsedebilmek için de birden fazla kişiye ihtiyaç vardır. Bir suçun icrasına iştirak eden suç ortaklarının, suçun işlenişine bulundukları katkılar göz önünde bulundurularak sorumluluk statüleri belirlenir.

Örgüt kurma suçunun iştirakten farkı, örgütün devamlılığı ve belirlenmemiş sayıda suç işlemek amacıyla bir birleşmenin söz konusu olmasıdır. Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her fail diğerlerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.

TCK’nın 220/5. maddesinde “Örgüt yöneticileri, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.” denilerek örgüt yöneticileri hakkında özel faillik düzenlemesi ile TCK’nın 20. maddesindeki “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ve faillik bakımından “ fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurma” ilkelerine istisna getirilmiştir.

Faillik, birlikte suç işleme kararı yanında, fiil üzerinde ortak hakimiyet kurmayı da gerektirir. Zira örgütlü suçlarda nihai amaçta birleşme nedeniyle birlikte suç işleme kararının varlığı kabul edilse dahi fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurulmadığından, gerçekleşen suçlar bakımından örgüt yöneticileri dışında kalan örgüt mensuplarının, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen her suç yönünden müşterek fail olarak sorumlu tutulamayacağında tereddüt yoktur.

TCK’nın 39. maddesinde düzenlenen suça iştirak kapsamındaki yardım etme ile aynı Kanunun 220/7. maddesinde tanımlanan örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek eylemleri nitelik itibariyle birbirlerinden farklıdır. Sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenecek somut bir suça dair kasta dayanan ve yardım teşkil eden eyleminin, hem yardım edilen suç bakımından şeriklik kapsamında hem de şartları varsa amaç suç yönünden faillik kapsamında değerlendirilmesi gerekirken somut bir olaya dayanmayan ancak örgüt faaliyeti kapsamında kullanılmak/değerlendirilmek üzere gerçekleştirilen yardımların TCK’nın 220/7. maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı gözetilmelidir.

c)Anayasayı ihlal, Hükûmete karşı suç ve TBMM’ye karşı suçlar yönünden iştirak sorunu: Suç tanımında belirtilen amaçları gerçekleştirmeye yönelik bir fiil işlenmesi hususunda iştirak iradeleri bulunan sanıklar hakkında Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde düzenlenen Anayasayı ihlal suçu yönünden iştirakin her şeklinin uygulanması mümkündür. (Eren Toroslu, Özel Hükümler, s. 74; Hafızoğulları, Türk Ceza Kanununun 302. maddesi, s. 559; Kangal s. 55; Akdoğan s. 31; Gözübüyük, s. 10; Yard. Doç. Dr. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 200) Yüksek Yargıtayın istikrar kazanmış uygulamalarına göre ise (Yargıtay CGK’nun 10/12/1990 tarih ve 9-301/329 sayılı kararı, Yargıtay 9. CD’nin 24/03/2011 tarih ve 869-187, 15/07/2009 tarih ve 2008/21722, 2009/8587, 1999/1673, 2000/345 sayılı kararları) elverişli nitelikteki belirli bir araç fiilin işlenişine katkı sunmakla birlikte, sunduğu katkı tek başına vahamet arz etmiyorsa ve fail, fiilin işlenişi üzerinde müşterek hakimiyet kurmamışsa niceliği ve niteliği itibariyle bu gibi suçlarda fer’i iştirak hükümlerinin uygulanması mümkün olmadığından, failin sorumluluğunun TCK’nın 309. maddesine yardım etmek olarak değil ve fakat konumu, eylemin niteliği ve delil durumu itibariyle TCK’nın 314/2 ya da 220/6 veya 220/7 maddesi delaletiyle 314/2 veya 315. maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Mensup olduğu örgütle kurduğu bağ nedeniyle örgütsel faaliyet kapsamında işlenen anayasayı ihlal suçuna ilişkin planlama, hazırlık ve icra organizasyonundan haberdar olmak suretiyle darbeye teşebbüs suçunu sevk ve idare edenler tarafından verilen emirleri /görevleri kabullenerek ülke çapındaki icra hareketleriyle illi bir değer taşıyan icra hareketlerini gerçekleştirenleren ya da görev paylaşımı bağlamında henüz sırası gelmemiş icra hareketleri için gerekli hazırlıkları yapanların (Özgenç İ, age, s. 332) bu suç yönünden müşterek fail olarak sorumlu tutulmaları gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’nın 220/5. maddesi gerekçesi ile birlikte değerlendirildiğinde, yönettiği örgütün gücünden yararlanarak talimat alanın iradesi üzerinde hakimiyet kuran yöneticinin, serbest iradesi ile hareket etmeyen ve bir suç örgütü mensubu olarak suç işleme kararının varlığının kabulünde zorunluluk bulunan fail arasında azmettiren-azmettirilen ilişkisinden bahsetme imkanı da bulunmamaktadır. Kanunun kabul ettiği sistemde, yöneticinin örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan dolaylı fail olarak sorumlu tutulduğu görülmektedir.

Bu suçlarla ilgili iştirak hükümlerinin uygulanmasına dair Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun 19/03/1987 tarih ve 41/49 sayılı kararı şöyledir: “İtiraz tebliğnamesine göre sanıkların durumları ayrı ayrı incelendiğinde, Askeri Yargıtay Başsavcılığı ile 3. Daire arasında sanık … ile ilgili olarak ortaya çıkan uyuşmazlık, bu sanığın işlediği ve yüklenen suçu oluşturma yönünden elverişli vasıta niteliğinde bulunan eylemlerinin suça ilişkin TCK’nun 146’ncı maddesinin hangi fıkrası içinde mütalaa edileceği noktasında toplanmaktadır.

TCK’nun 146’ncı maddesi “Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tedbil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler … ” hükmünü taşımaktadır.

Maddenin açık ifadesinden anlaşılacağı üzere suçun en belirgin özelliği; ceza hukukunun suçun tamamlanması için neticenin tahakkukunun gerekli olduğuna dair olan kuralından ayrılıp teşebbüs halinde dahi suçun tamamlanmış olduğunun kabul edilmesindedir. Kazai ve ilmi içtihatlarda aynı doğrultuda olmakla birlikte gayeye matuf maddi bir hareketin TCK’nun 146’ncı maddesinin 1 inci veya 3 üncü fıkralarından hangisine göre cezalandırılması gerekeceği başka bir ifade ile 146’ncı maddenin 3 üncü fıkralarının uygulanma şartları tartışma konusu olmaktadır.

Anılan fıkranın uygulama şartlarını sıhhatli bir biçimde tesbit edebilmek için 15 Sayılı Kanunla146’ncı maddeye eklenen bu fıkranın, TCK’nun 65 inci maddesinin varlığına rağmen kabulündeki nedenleri araştırmakta fayda vardır.

15 sayılı Kanunun gerekçesini teşkil eden ilmi heyet raporu aynen “Türk Ceza Kanununun 146’ncı maddesi birinci fıkrasında Anayasaya tedbil, tağyir kısmen veya tamamen ilga suçlarını, 2’inci fıkrasında ise bu suça gerek yalnızca gerek birkaç kişi ile birlikte kavli veya tahriri veya fiili fesat çıkararak veya meydan ve sokaklarda veya halkın toplandığı mahallerde nutuk irad, yafta talik veya neşriat icra ederek teşvik eden kimseleri cezalandırmaktadır.

Ceza Kanunun 146’ncı maddesinde yazılı ceza ölüm cezası olduğuna göre bu suça 65’inci maddeye göre uygun olarak fer’an iştirak edenler hakkında tatbik edilecek ceza 65’inci maddeye göre uygun olarak yani feri faile 10 seneden az olmamak üzere ve 24 seneye kadar verebilmek üzere ağır hapis cezası verilecektir.

Suç ile Ceza arasındaki adil bir nisbetin temini, hukuk nizamını tem elinden sarsan, demokratik müesseleri yok etmeye müncer olan “Anayasanın tedbil tağyir ve ilgası” gibi en ağır suçlarda dahi gözetilmesi gereken bir esastır.

146’ncı maddede yazılı suç, bünyesi itirabiyle tek kişi tarafından işlenmesine imkan olmayan bir suçtur. Bu itibarla iştirak halinde işlenen her suçta olduğu gibi, bu suçta da asli failler ile fer’i arasında imkan nisbetinde derecelendirme yapılması adalete uygun düşecektir.

TCK’nunda yapılmış olan değişiklikle maddeye bir fıkra eklenerek fer’i şerikler hakkında 5 seneden 15 seneye kadar ağır hapis cezası getirilmiştir” Maddenin kabulündeki nedenleri açıklayan bu ilmi rapor incelendiğinde; TCK’nun 146/3. maddesinin anılan kanunun 65’inci maddesinde yazılı fer’i iştirak koşullarında bir değişiklik getirmediği sadece cezanın yeniden belirlenmesine gayesine matuf olduğu tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır.

Hal böyle olunca TCK’nun 146/3 üncü maddesinin uygulanabilmesi için TCK’nun 65’inci maddesinde yazılı koşulların gerçekleşmesi gerekecektir.

Bazı devletlerin kanunlarında suça fer’i iştirak, genel olarak tarif edilmiş ve böylece failin hareketinin suça katılma olup olmadığının takdirini mahkemeye bırakmış olmasına karşın; Kanunumuz fer’i iştirak hallerini sayma usulünü kabul etmiştir. Bu kabul tarzına göre kanunda sayılan hallere uymayan bir hareketi fer’i iştirak olarak kabul etmek mümkün olmayacaktır.

TCK’nın 65’inci maddesinin ifadesi ve ceza hukukunun genel ilkelerine göre bir suça fer’i iştirakten söz edebilmek için; a. Failin birden fazla olması, b. Kanunun suç saydığı bir fiilin işlenmiş bulunması, c. 65 inci maddede sayılan; (1) Suç işlemeye teşvik veya suça irtikap kararını takviye etmek, yahut işlendikten sonra müzaharet ve muavenette bulunmayı vadeylemiş olmak, (2) Suçun ne şekilde işleneceğine dair talimat vererek yahut fiilin işlenmesine yarayacak iş ve vasıtaları tedarik etmek.

(3) Suçun işlenmesinden evvel veya işlendiği sırada müzaharet ve muavenetle icrasını kolaylaştırmak gibi icrai bir hareketin varlığı, d. Şerikin bu fiilleri ile işlenen suç arasında illeyet bağının bulunması.

Bu hukuki nedenler karşısında, yasadışı Dev-Yol isimli silahlı çete mensubu olduğu tartışmasız bulunan sanık S.N.’ın ayrıca sabit olan öldürmeye teşebbüs eylemine göre durumu incelendiğinde;Birkaç arkadaşı ile birlikte postane önünde toplanmış olan kalabalığı hedef ittihaz ederek birden ziyade ateş edip bir kişinin yararlanmasına sebebiyet veren sanığın eyleminin TCK’nun 146/3 değil 146/1. maddesi kapsamı dahilinde mütalaa edilmesi gerekir.” Müşterek faillik ile TCK’nın 39/2-c maddesinde düzenlenen, suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak şeklinde ortaya çıkan şerikliğin,her olayın özelliğine göre; suçun işlenişine bulunulan katkının arzettiği önem, zaruret göz önünde bulundurularak hakim tarafından ayırt edileceği kabul edilmektedir. Müşterek faillikte/ fiil hakimiyetinde, fiilin icrası veya akim kalması müşterek faillerden her birisinin elinde bulunmaktadır. Yardım eden şerik suçun icrasını failin inisiyatifine havale etmektedir. (Özgenç İ, Suç örgütleri, s. 332; Türk Ceza Hukuku s. 490) Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde düzenlenen suça iştirakten bahsedebilmek için sadece araç fiil/suç bakımından değil, ayrıca, amaç suç bakımından da iştirak iradesinin varlığı aranmalıdır.

Bir kişinin maddede belirtilen amaçlara yönelik bir örgütün kurucusu ya da üyesi olması, tek başına TCK’nın 309. maddesindeki suça iştirak ettiği anlamına gelmez. (Özek, Silahlı Çete, s. 366-374; Akbulut, Ülke Bölücülüğü, s. 130) Bu fiiller, TCK’nın 314. maddesinde bağımsız bir suç olarak düzenlenmiştir. Bu sıfatları haiz kişilerin TCK’nın 309. maddesindeki suça iştirakten sorumlu tutulabilmeleri için; örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli nitelikteki belirli bir araç fiil bakımından, hem iştirak iradelerini ortaya koymaları hem de maddi veya manevi nitelikte nedensel bir katkıda bulunmaları gerekmektedir. Bu kişilerin maddede sayılan amaçları gerçekleştirmek için salt bir örgütün çatısı altında bir araya gelmeleri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen araç suçlara da iştirak etmiş sayılmaları anlamına gelmeyecektir. (Yard. Doç. Dr. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 202) Suça iştiraktan söz edebilmek için amaca yönelik bir fiil işleme hususunda iştirak iradelerini ortaya koyan kişilerin hepsinin bu amaçla kurulmuş bir örgütün üyesi olması da gerekmez.

Fiilin işleneceği konusundaki bilginin iştirak bakımından önemi yoktur. 1960 darbesi sonrasında 20-21 Mayıs olayları ile ilgili yapılan yargılamalarda; Mamak 1 nolu Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 963/1 sayılı 5 Eylül 1963 tarihli kararı ile faillerin bir kısmı, ihtilal müteşebbislerinin bu konudaki hareketlerini bilmesi ve hazırlık hareketlerine katılması nedeniyle sorumlu tutulmuşlardır. Diğer bir deyişle failin, fiilin ika edileceği konusundaki bilgisi, iştirak iradesinin mevcudiyeti, fiile iştirak ettiğinin delili sayılmıştır. Bu karar temyiz edilmekle Askeri Yargıtay Dava Daireleri Kurulunun 15 Ocak 1964 tarih ve 1963/2548 E, 1964/1 sayılı kararı ile “ icra hareketi ile iştirak mefhumunun birbirine karıştırıldığı” gerekçesi ile bozulmuştur. Doktrinde de aynı görüş savunulmuştur. Failin fiil hakkındaki bilgisi iştirak iradesini sağlamaya yeterli değildir. Olsa olsa bildiğini ihbar etmemekten doğan sorumluluk veya hazırlık hareketlerine katılma nedeniyle (mülga 765 sayılı) TCK 168 ve 171. maddelerindeki (5237 sayılı TCK’nın 314, 316. maddelerindeki) suçlar tahakkuk edebilir. (Özek, age, s. 172) H) Gönüllü Vazgeçme: Konu ile ilgili 5237 sayılı TCK’daki düzenlemeler şöyledir: Madde 36- (1) “Fail, suçun icrai hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabaları ile suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsden dolayı cezalandırılmaz; fakat tamam olan kısım esasen bir suç oluşturduğu takdirde, sadece o suça ait ceza ile cezalandırılır.”

Madde 41- (1) “İştirak halinde işlenen suçlarda, sadece gönüllü vazgeçen suç ortağı, gönüllü vazgeçme hükümlerinden yararlanır.”

Gönüllü vazgeçme, hukuki niteliği itibariyle suçun icrasına başlandıktan sonra ancak icra hareketleri tamamlanmadan veya neticeli suçlarda icra hareketleri tamamlanmakla birlikte netice gerçekleşmeden ortaya çıkan ve failin işlemeyi kastettiği suçtan dolayı cezayı kaldıran şahsi bir sebeptir. (Koca-Üzülmez, Türk Ceza Hukuku, 9. bası, s. 484; Özgenç, s. 259) Bu niteliği nedeniyle, iştirak halinde işlenen suçlarda hangi fail bakımından söz konusu ise sadece onun açısından uygulanması mümkündür.

Gönüllü vazgeçme, teşebbüs aşamasında kalan bir fiil yönünden ve sadece gönüllü vazgeçen kişi bakımından sonuç doğuran bir kurumdur. Gönüllü vazgeçenin, diğer müşterek faillerce suçun icrasına devam edilmemesi veya neticenin diğer müşterek faillerce gerçekleştirilmemesi için elinden gelen gayreti göstermiş olması gerekir. Gönüllü vazgeçmenin özgür iradeye ve pişmanlığa dayalı olması, iradeyi zorlayıcı dış etken bulunmaması gerekir. Başka bir anlatımla fail, suçu tamamlama imkanına sahip olmasına rağmen tamamen iradi ve gönüllü olarak icra hareketlerine son vermeli, suçun tamamlanmasını ya da neticenin gerçekleşmesini istememeli ve bunun için elinden gelen gayreti göstermelidir.

Bu durumda gönüllü vazgeçmeden bahsedebilmek için; a) Suçun teşebbüs aşamasında kalması, b) Vazgeçmenin iradi ve gönüllü olması, c) Suçun tamamlanmamasının ya da neticenin gerçekleşmemesinin, sanığın iradi ve gönüllü vazgeçmesine bağlı olması, dış etkenlere bağlı olmaması gerekmektedir.

I)Anayasayı ihlal, hükûmete karşı suç, TBMM’ye karşı suç ve Cumhurbaşkanına suikast suçları yönünden tipik eylemde hukuka aykırılık ve kusurluluğu etkileyen haller bağlamında hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı bir emrin yerine getirilmesi sorunu: Konu ile ilgili yasal düzenlemeler şöyledir: T.C. 1982 Anayasası Kanunsuz emir MADDE 137- Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.

Konusu suç teşkil eden emir, hiç bir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.

Askerî hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Kanunun hükmü ve amirin emri Madde 24- (1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.

2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.

3) Konusu suç teşkil eden emir hiç bir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.

4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur.

1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu İştirak: Madde 41 – 1- Askeri cürümlerde ve kabahatlerde iştirak halinde, Türk Ceza Kanununun 64 üncüden 67 nciye kadar olan maddeler hükmü tatbik olunur.

2- Hizmete mütaallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse bu suçun işlenmesinden emir veren mesuldur.

3- Aşağıdaki hallerde maduna da faili müşterek cezası verilir:

A:Kendisine verilen emrin hudutlarını aşmış ise,

B:Amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile mütaallik olduğu kendisince malum ise, Hizmetin tarifi: Madde 12 – Bu kanunun tatbikatında (Hizmet) tabirinden maksat gerek malum ve muayyen olan ve gerek bir amir tarafından emredilen bir askeri vazifenin madun tarafından yapılması halidir.

211 sayılı Türk Silahları Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu Madde 6 – Hizmet: Kanunlarla nizamlarda yapılması veyahut yapılmaması yazılmış olan hususlarla, amir tarafından yazı veya sözle emredilen veya yasak edilen işlerdir.

Madde 8 – Emir: Hizmete ait bir talep veya yasağın sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir.

Madde 9 – Amir: Makam ve memuriyet itibariyle emretmek salahiyetini haiz kimsedir. Bunun emri altındakilere maiyet denir.

Madde 10 – Üst tabiri, rütbe veya kıdem büyüklüğünü gösterir.

Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği Madde 33 – Emirlerin, hizmete mütaallik olması (Silâhlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu madde 8 ve 16) ve kanun ve nizamları ihlâl etmemesi şarttır. Ancak, Askeri Ceza Kanununun 41 inci maddesinin b fıkrası şümulüne giren haller haricinde ast, aldığı emri kanun ve nizama uygun bulmasa bile emri yapar ve ondan sonra şikâyet eder.

Amirin verdiği emir Askeri Ceza Kanununun 41’inci maddesinin b fıkrası şümulüne giren hallere mütaallik ise emir ifa olunmaz ve fakat gecikmeksizin en kısa yoldan bir derece yukarı âmire malûmat verilir. Bu takdirde emrin yapılmasından doğacak bütün mesuliyet ast’a aittir.

Türk Ceza Kanununun 24. maddesinin gerekçesi ise şöyledir: “Hükumet Tasarısının “Kanun hükmü ve amirin emri” başlıklı 27. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları değiştirilmiştir. Hiyerarşik yapı içinde amirin verdiği emrin hukuka uygun olması halinde, verilen bu emrin yerine getirilmesi de hukuka uygun olacaktır. Amirin emri, hukuka aykırı olmasına rağmen, bu emir emredilen açısından bağlayıcı olabilir. Anayasamıza göre; kamu görevlileri, görevlerini ifa ederken amiri duırumundaki kişilerden aldıkları emirleri hukuka aykırı bulmaları halinde, bu emri “yerine getiremez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir”ler. Ancak, emir hukuka aykırı olmakla beraber, amir “emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde emri yerine getiren sorumlu olmaz” (madde 137, fıkra 1). Bu durumda emri yerine getiren açısından bir hukuka uygunluk nedeni değil, bir sorumsuzluk nedeni söz konusudur. Yerine getirme zorunluluğu, esasen hukuka aykırı olan emri hukuka uygun hale getirmez. Ancak, hiyerarşik yapı dolayısıyla, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Bu durumda sorumluluk, emri verene aittir. Hükumet Tasarsısındaki hükümde, bu durumda emri verenin de sorumluluktan kurtarılmasına yönelik bir ifadeye yer verilmişti. Yapılan değişiklikle bu yanlışlık düzeltilmiştir.

Emir, hukuka aykırı olmanın yanı sıra, ayrıca suç da teşkil edebilir. Anayasamız, konusu suç teşkil eden emrin yerine getirilmesine ” hiç bir surette” izin vermemektedir (madde 137, fıkra 2). Bu durumda emri “yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz”. Maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle Anayasanın söz konusu hükmüyle paralellik sağlanmıştır.” aa)Hukuka Aykırılık; Hukuka aykırılık genel bir ifadeyle, hukuka (hakka) karşı gelmek (Heinrich l kn 305) onunla çatışma halinde olmak demektir. Suçun unsuru olarak hukuka aykırılık ise işlenen fiile hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi, bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma halinde bulunması anlamına gelmektedir. (Koca-Üzülmez, age, s. 252; Prof. Dr. Fatih Selami Mahmutoğlu, Av. … Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler Şerhi, s. 450) Hukuka aykırılık, tipe uygunluktan sonra suçun yapısında ikinci aşamayı oluşturur. Başka bir anlatımla işlenen fiil ile tipik haksızlığın gerçekleştiğinin tespitinden sonra yine bu fiille hukuka aykırılık yönünden bir değerlendirme yapılacaktır.

Bir davranışın tipe uygunluğunun belirlenmesiyle suç teşkil eden haksızlık gerçekleşmiş olur. Şayet olayda bir hukuka uygunluk nedeni yoksa tipe uygun davranış aynı zamanda hukuka da aykırı olacak ve suç teşkil edecektir.

bb)Hukuka Uygunluk Nedenleri; Suçun hukuka aykırılığını ortadan kaldıran ve dolayısıyla fiilin suç teşkil etmesini engelleyen bu nedenlere hukuka uygunluk sebepleri veya haksızlığı ortadan kaldıran sebepler denir. (Roxin 1, s. 14) Klasik suç teorisine göre; objektif olarak bir hukuka uygunluk sebebinin bulunması halinde, failin bunu bilip bilmemesi yani iradesinin hukuka uygunluğu kapsayıp kapsamaması önemsizdir. Hareketin hukuka uygun olduğu kabul edilmelidir. Hukuka aykırılık neticeye göre belirlenecektir. Hukuka uygunluk sebeplerinden biri objektif olarak mevcut ise fiil hukuka uygundur.

İkinci görüşe göre; hukuka uygunluk sebebinin objektif olarak varlığı yeterli değildir. Fail, fiili hukuka uygun hale getiren durumun varlığını bilmeli ve kendisine bu surette verilen yetkinin icrası veya yüklenen yükümlülüğün gerçekleştirilmesi amacıyla hareket etmelidir. (Özgenç, age, s. 267-268; Özbek, TCK İzmir şerhi, s. 335; Artuk -Gökçen-Yenidünya, age, s. 372) 5237 sayılı TCK’da yer alan hukuka uygunluk nedenleri; kanunun hükmünü yerine getirme (TCK 24. m.), meşru savunma (TCK 25/1. m.), hakkın kullanılması (TCK 26/1. m.) ve ilgilinin rızası (TCK 26/2. m.)dır.

TCK’nın 24. maddesinin 2, 3 ve 4. fıkralarında hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi, kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep olarak düzenlenmiştir. Madde gerekçesinde işaret edildiği üzere hukuka aykırı olan ve emri verenin hukuki sorumluluğunu kaldırmayan bir emrin yerine getirilmesinin hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmesi mümkün değil ise de Devlet tarafından yerine getirilen kamu hizmetinin yürütülmesinde amirin emrini yerine getirmek durumunda kalan ast yönünden bu durumun bir sorumsuzluk nedeni olarak kabul edilmesinde zaruret bulunmaktadır.

Kural olarak hukuka aykırı emre muhatap olan kamu görevlisinin bu emri denetlemesi, sorgulaması, hukuka aykırı olduğu kanaatinde ise amirin yazılı emri ve ısrarı olmadan yerine getirmemesi gerekir. Ancak Anayasının 137/3. maddesinde “Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunda gösterilen istisnaların saklı” olduğu belirtilerek, yapılan işin mahiyeti, kamu düzeni ve kamu güvenliği nedeniyle bazı istisnalara yer verildiği de görülmektedir. Muadil düzenleme TCK’nın 24/4. maddesinde de yer almaktadır.

Anayasanın 137/2. maddesinde konusu suç teşkil eden bir emrin yerine getirilmesi halinde sadece emri yerine getirenin sorumluluktan kurtulamayacağı belirtilmiş ise de böyle bir emri verenin sorumlu olacağı da muhakkaktır. Şayet emrin konusu suç teşkil ediyorsa Anayasanın 137/2 ve TCK’nun 24/3. maddeleri gereğince böyle bir emrin yerine getirilmesinden emri veren azmettiren, yerine getiren ise fail olarak sorumlu tutulacaktır. (Koca-Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, s. 331) 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun ilgili hükümleri astı, üst ve amirlerine mutlak surette itaate mecbur tutmaktadır. Nitekim 211 sayılı Kanunun 14/1. maddesi, astı amirlerine, kanun ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate mecbur kılmaktadır. Buna göre ast, askeri hizmete dair olduğuna bakmaksızın amirinden aldığı her emre mutlak surette itaat etmek zorundadır. Astın, verilen emrin hukuka uygunluğunu sorgulama ve değerlendirme yetkisi bulunmamaktadır. 211 sayılı Kanunun 14/2. maddesi gereğince verilen emir hukuka aykırı ise sorumluluk emri verene aittir.

Verilen emrin suç teşkil etmesi durumunda ise emri veren ve yerine getirenin sorumluluğu aynı Kanunun İştirak başlıklı 41/2. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre amirin emri suç teşkil ediyorsa ve ast, amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadı ihtiva eden bir fiile müteallik olduğunu biliyorsa hem emri veren hem de emri yerine getiren, sonuçtan iştirak hükümlerine göre sorumlu olacaktır.

Astın cezai sorumluluğu, ancak emrin hizmete müteallik olmaması, suç işlemek maksadıyla verilmesi ve bu maksadın ast tarafından bilinmesi halinde sözkonusu olabilecektir. (Koca-Üzülmez, age, s. 332) Sonuç olarak; gerek Anayasanın 137/2, gerek TCK’nun 24/3 ve gerekse 211 sayılı Kanunun 41/3. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; konusu suç teşkil eden emir hiç bir surette yerine getirilemez, yerine getiren kimse de sorumluluktan kurtulamaz.

Ancak konusu suç teşkil eden emirlerin yerine getirilmesi bakımından hata hali ile de karşılaşılabilir. Bu durumun iki şekilde karşımıza çıkması mümkündür. Nitekim emri yerine getiren verilen emir üzerine işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğinin bilincinde olmayabilir ya da emrin yerine getirilmesinde öngörülen hukuka uygunluk sebeplerinin tüm şartlarının gerçekleştiğini düşünebilir. İlk halde TCK’nın 30/4. maddesinde yer alan haksızlık hatası, ikinci halde ise TCK’nın 30/1. maddesinde yer alan hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında hata sözkonusu olacaktır.

Bu nedenle öncelikle genel olarak TCK’nın 30/1. maddesinde yer alan hata kurumu üzerinde durmak gerekir.

Ayrıntıları Dairemizin 24/4/2017 tarih ve 2015/3-2017/3 sayılı kararında açıklandığı üzere; Hata (yanılma); genel olarak kişinin tasavvuru zihinden geçirdikleri ile gerçeğin birbirine uymaması anlamına gelen bir kavramdır. Hata kural olarak iradenin oluşum sürecine etki eder ve gerçeğin yanlış biçimde tasavvuru veya bilinmesi nedeniyle irade bozulmuş olarak doğar. Failin tasavvurunun konusu dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi, normatif dünyaya (kurallar alanına) dair de olabilir. Dış dünyayla ilgili şey olduğundan farklı bir biçimde algılanması halinde unsur yanılgısından (tipiklik hatası), normatif dünyaya ait gerçekliğin farklı biçimde değerlendirilmesi halinde ise yasak hatasından bahsedilir. Kısaca unsur hatası bir algılama hatası olduğu halde; yasak hatası bir değerlendirme hatasıdır. (Koca-Üzülmez, TCK Genel Hükümler, 7. Bası, s. 239) Hata, kastı ortadan kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılır. Suçun maddi unsurlarında (TCK 30/1), suçun nitelikli hallerinde (TCK 30/2), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında (TCK 30/1-3) hata halleri kastı kaldırır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (TCK 30/3) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (TCK 30/4) kusurluluğu etkileyen hata şekilleridir. Kastı kaldıran hata türüne hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir. (TCK 27/1) Yargıtay, uygulamalarında haksızlık yanılgısını kast kapsamında ele alarak çözüm yoluna gitmiştir. (Yargıtay CGK’nun 24/12/1996 tarih ve 1996/8-286 Esas 1996/296 Karar sayılı kararı) Doktrin ve uygulamadaki bu görüş, 2003 tarihli TCK tasarısına da aynen yansıyarak “kanunun bağlayıcılığı” başlığını taşıyan 2. maddesi “ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” şeklinde bir düzenleme ihtiva etmekteydi. Yine aynı etkiyle tasarıda “hata” başlığını taşıyan 23. maddesinde “fiili hata” ifadesi kullanılmıştır.

5237 sayılı TCK’nın 30. maddesinde düzenlenen hata kurumu ile ilgili olarak madde gerekçesinde şöyle denilmiştir: ” … işlenen fiilin esasen bir haksızlık oluşturduğu hususunda hataya düşmüş olabilir. Bu hatanın kişi açısından kaçınılmaz olması halinde, kişi gerçekleştirdiği haksızlık dolayısıyla kınanamaz. Kişi sakınamayacağı bir hata nedeniyle bu bilinçten yoksunsa onu sorumlu tutmak bir evrensel hukuk prensibi olan kusursuz ceza olmaz ilkesine aykırılık oluşturur. Ancak kişinin cezalandırılabilmesi için işlediği fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini gerçekten bilmesi gerekmez. Kişi, her ne kadar işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini gerçekten bilmiyorsa da bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre bakımından, bu fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini kavrayabilecek durumda olabilir. Bu husustaki hatanın kaçınılabilir olduğu durumlarda kişi gerçekleştirdiği fiil açısından kasten hareket etmemiştir. Ancak, düştüğü bu hatanın kaçınılabilir olması nedeniyle kusurunun azalmış olabileceğini kabul etmek gerekir. Bu hatanın kaçınılabilir olduğunun kabul edilmesi halinde, bu kaçınılabilirliğin derecesine göre kusurun da derecelendirilmesinden bahsedilebilir. Bu durumda kişinin cezasında suçun kanundaki cezasının alt sınırına kadar indirim yapılabilecektir. Bu indirim zorunlu değil, ihtiyari bir indirim olmalıdır … ” İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Alman Federal Mahkemesi Büyük Ceza Kurulu’nun 18/03/1952 tarihli kararında; hata, unsur hatası ve haksızlık yanılgısı ayrıntılı olarak tartışmış olup, bu karar doktrinde tarihi dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. (Göktürk, age, s. 88) Söz konusu kararda “hukuka aykırılık bilinci; failin, davranışının hukuken tasvip edilmediğini, yasaklandığını bilmesidir. Suçun yasal tanımında yer alan unsurlar haksızlık bilincinin konusunu oluşturmaz; bunlar kast kapsamındadırlar. Failin suçun yasal tanımında yer alan unsurların somut olayda gerçekleştiğini bilmemesi unsur yanılgısıdır. Unsur yanılgısında, fail somut olayda ne yaptığının bilincinde değildir. Failin iradesi suçun yasal tanımında yer alan unsurların gerçekleştirilmesine yönelik değildir. Bu nedenle failin kasten hareket ettiği söylenemez. Failin yanılgısı taksire dayanıyorsa, bu suç taksirle işlenebiliyorsa sorumlu tutulabilir. Buna karşılık haksızlık yanılgısında fail somut olayda ne yaptığının bilincindedir. Fakat davranışını yasaklayan normun varlığında veya yorumunda yahut hukuken tanınmayan bir hukuka uygunluk nedeninin varlığında veya hukuki sınırında hataya düşmekte, böylece davranışının meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmektedir. Yasak yanılgısı, fiilin hukuka aykırılığı hakkındaki yanılgıdır.

Failin ceza sorumluluğuna gidilebilmesi için kusurlu olması şarttır. Kusur, kınanabilirliktir. Kusurun ifade ettiği değersizlik yargısı ile fail hukuka uygun davranmadığı, haklı olan lehine karar verebilme ve hukuka uygun davranma imkanını sahip olmasına rağmen haksız olan davranışı tercih etmesi nedeni ile kınanmaktadır. Kusur yargısının temeli insanın özgür iradesidir. İnsan, özgür iradeye sahip bir varlık olması nedeniyle haklı olan davranış ile haksızlık arasında bir tercih yapma ve haklı olan davranış lehine karar verebilme, davranışlarını hukuk düzeninin gereklerine göre yönlendirebilme, hukuk düzeninin yasakladığı davranışlardan sakınma yeteneğine sahiptir. Kusur yargısının temelini oluşturan insanın irade özgürlüğü ise, haksızlık bilincinin varlığını gerekli kılar. Çünkü insanın haklı olan davranışla haksızlık arasında tercih yapabilmesi için bunu bilmesi şarttır. Fail, haksızlık bilincine sahipse ve özgür iradesiyle haksız olan davranışı tercih ediyor ise kusurludur. Fakat yasak yanılgısı her zaman failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz. İnsan, hukuk toplumunun bir üyesi olarak hukuka uygun davranmak ve haksız olan davranışlardan sakınmak yükümlülüğü altındadır. Failin açıkça yasak olduğunu bildiği davranışlardan sakınması bu yükümlülüğü yerine getirdiği anlamına gelmez. Fail, aynı zamanda davranışlarının hukuk düzeninin gerekleri ile uyumlu olup olmadığını sorgulamakla yükümlüdür. Fail bu husustaki şüphesini tefekkür etmek veya bir uzmana danışmak yoluyla bertaraf etmek zorundadır. Ayrıca fail vicdan muhasebesi de yapmalıdır. Failden beklenen vicdan muhasebesinin ölçüsü, somut olayın koşulları ile onun sosyal ve mesleki çevresidir. Fail ondan beklenen vicdan muhasebesine rağmen davranışının haksızlığını idrak etmeye muktedir değilse yanılgısı kaçınılmazdır. Bu durumda fail kusurlu addedilemez. Buna karşılık fail ondan beklenen vicdan muhasebesiyle davranışının haksızlığını idrak edebilecek idiyse yasak yanılgısı failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz; fail kusurludur, ancak kusuru azalmıştır. Hukuka aykırılık bilinci ne davranışın cezalandırılabilir olduğunun, ne de yasak normu ihtiva eden kanun hükmünün bilinmesini gerekli kılar; davranışın teknik hukuk bakımından doğru şekilde nitelendirilmiş olması da şart değildir. Bununla birlikte davranışın münhasıran ahlaka aykırı olduğunun bilinmesi de kafi değildir.

Ceza hukukunu ilgilendiren hukuki hata, ceza hukukunu ilgilendirmeyen hukuki hata ayrımı yapılması ve ceza hukukunu ilgilendiren hukuki hata önemsiz görünürken, ceza hukukunu ilgilendirmeyen hukuki hatanın unsur yanılgısı kapsamında ele alınarak kastı bertaraf eden bir etki tanınması kusur ilkesine aykırı olduğu gibi; böyle bir ayrımın somut olayda icra edilebilmesi mantıki olarak mümkün değildir. Nitekim, Alman İmparatorluk Mahkemesi’nin yaptığı bu ayrım yanlış ve keyfi uygulamalara neden olmuştur. Kasten işlenen bir suç, haksızlık yanılgısı içinde işlenebilir. Yasak yanılgısı suç kastını ortadan kaldırmaz; kast varlığını muhafaza eder. Hukuka aykırılık bilinci ya da fiilin hukuka aykırılığının fail tarafından idrak edilebilir olması kusurun bir unsurudur. Kast teorisinin benimsenmesi sakıncalıdır. Kusur teorisinin öngördüğü çözüm kusur ilkesi ile de uyumludur. Kusurlu yasak yanılgısı halinde failin kusuru azalabilir. Fakat bu her zaman geçerli olmayabilir. Kusurun azalıp azalmadığı ya da ne ölçüde azaldığına göre hakime cezada indirim yapıp yapmama yahut kusurun azaldığı ölçüde takdir yetkisi tanınmalıdır.” şeklindeki yorum, hukuk doktrinin yanında, karar sonrası yürürlüğe giren yasalara da ilham kaynağı olmuştur.

cc) Suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı): TCK’nın 30/1. maddesinde “ suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin bilgisizliğin kastı ortadan kaldıracağı” belirtilmiştir. Unsur yanılgısının konusunu suçun maddi unsurları oluşturmaktadır. Unsur yanılgısı kastı ortadan kaldırdığına göre, böyle bir yanılgı ancak kastın kapsamında kalan konular hakkında olabilir. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmesini gerektirdiğinden, maddi unsurların bilinmemesi halinde kasten işlenen bir haksızlıktan bahsedilemez.

Unsur yanılgısı, içerik itibariyle somut olayda suçun maddi unsurlarına ilişkin konulardaki bilgisizliği, eksik veya yanlış tasavvuru ifade etmektedir. Failin somut olaya ilişkin tasavvuru gerçekle bağdaşmamaktadır. Buna karşılık, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlardan birisinin varlığı hakkında düşülen şüphe, emin olmama hali hata değildir. Aksine olası kastın veya bilinçli taksirin varlığını gösterir. (Koca-Üzülmez, age, s.241) Unsur yanılgısı; haksızlığa temel teşkil eden, haksızlığı tipikleştiren objektif unsurlarda, yani suçun maddi unsurlarında yanılgıdır. Bu durumda haksızlığın kasten işlendiğinden söz edilemez. Fiilin taksirle işlenmiş şekli suç olarak tanımlanmış ise fail ancak taksirli suçtan sorumlu olur. (Göktürk, Haksızlık Yanılgısının Ceza Sorumluluğuna Etkisi, Seçkin Yayınları, 2017 baskı) Unsur yanılgısında kısacası, fail somut olayda ne yaptığının bilincinde değildir. Somut olayın gerçekleşme koşullarında yanılmaktadır. Failin iradesi suçun yasal tanımında yer alan unsurların gerçekleşmesine yönelik değildir. Esasen unsur yanılgısında kaçınabilirlik önemli değildir. Zira her iki halin de kastı bertaraf edici etkisi bulunmamaktadır.

Unsur yanılgısının haksızlık yanılgısından farkı ise fail suçun yasal tanımında yer alan maddi unsurların somut olayda gerçekleştiğinin bilincindedir. Fail somut olayda ne yaptığını bilmekte, fakat davranışının hukuka aykırılığında yanılmaktadır. Bu nedenle haksızlık yanılgısının tipiklik üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Failin kastını ortadan kaldırmaz. Fiil kasten icra edilen haksızlık olma özelliğini muhafaza eder. Dolayısıyla unsur yanılgısından farklı olarak haksızlık yanılgısı, failin kastını bertaraf ederek taksirli işlenen suçtan sorumlu tutulması sonucunu doğurmaz. Fail somut olayda kasten hareket etmesine rağmen fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini bilmeyebilir. Bu nedenle ne kastı ne de fiili bertaraf edici değildir. Sadece kusur üzerinde etkilidir. Haksızlık yanılgısı kaçınılmaz ise failin kasta dayalı kusuru tamamen ortadan kalkar ve faile kasten işlediği suçun cezası verilmez; buna karşılık yanılgı kaçınılabilir ise fail kasten işlediği suçtan sorumludur. Ancak yanılgının kusur üzerindeki etkisine göre cezada indirim yapılması gerekmektedir. (Göktürk, age, s. 76,77) Suçun maddi unsurları içerisine; suçun konusu, fail, mağdur, fiil, netice ve nedensellik bağı girmektedir. Suçun oluşması için failin bu unsurları bilerek hareket etmesi şarttır. Bilgisizlik veya yanlış tasavvur, (unsur yanılgısı) failin kastını kaldırır.

dd) Suçun nitelikli hallerinde hata: TCK’nın 30/2. maddesine göre; ” bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli halleri gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi bu hatasından” yararlanacaktır. Suçun nitelikli hallerinden maksat, suçun temel şekline göre cezanın arttırılması veya azaltılmasını gerektiren unsurlardır. Nitelikli hallerde hata durumunda fail, suçun temel şekline ilişkin unsurlarda bir yanılgıya düşmüş değildir. Bu itibarla suçun temel şekli tüm unsurlarıyla gerçekleşmektedir. Fail sadece nitelikli hallerin gerçekleştiği hususunda hataya düşmektedir. Bu durumda nitelikli hallerin faile yüklenmesi mümkün olmadığından suçun temel şeklinden dolayı cezalandırılacaktır.

ee)Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında hata: Hukuka uygunluk hallerinin maddi şartlarında hatanın, kast kapsamında mı, yoksa kusur kapsamında mı değerlendirilmesi gerektiği doktrinde tartışmalı olup bu konuda birçok teori ortaya atılmış ise de, ceza kanunumuzdaki düzenleme katı kusur teorisine göre çözümlenmesi gerekmektedir.

TCK’nın 30/3. maddesinde “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ilişkin koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi bu hatasından yararlanır.” denilerek hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu etkileyen haller birlikte düzenlenmiştir. Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarındaki hatayı bu kapsamda değerlendirmek gerekecektir. Madde metinde hatanın kaçınılmaz olması şartı aranmıştır.

Kaçınılmazlık, failin hataya düşmesindeki kişisel kusurun değerlendirilmesi ile ilgilidir. Failin, yaşı, mesleği, bilgisi, görgüsü, somut olaydaki durumu dikkate alınarak hatanın kaçınılmaz olup olmadığı bu değerlendirmede göz önünde bulundurulacaktır.

ff)Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması: TCK’nın 27/1. maddesi, kanunun hükmünü yerine getirme (TCK 24/1), meşru savunma (TCK 25/1), hakkın kullanılması (TCK 26/1) ve ilgilinin rızası (TCK 26/2) gibi hukuka uygunluk nedenlerinde, sınırın kast olmaksızın aşılması halinde sorumluluk statüsünü belirlemiştir. Kasten sınırın aşılması halinde ceza sorumluluğu değişmeyecektir. Ancak sınırın aşılmasındaki yanılgı failin taksirinden ileri geliyorsa ve eylemin taksirle işlenmesi suç olarak cezalandırılabiliyorsa taksirden dolayı sorumlu olacaktır. Buradaki yanılgı sadece kastı ortadan kaldıracaktır.

Astın konusu suç oluşturan emri, haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşerek yerine getirmesi somut olay çerçevesinde bilgi düzeyi, olayın özellikleri, tecrübe, rütbe ve konumu gibi olgular nazara alınarak TCK’nın 30/4. maddesi bağlamında değerlendirilmelidir.

Keza astın emrin askeri hizmet alanında verildiği, amirin yetkili olduğu ve zorunluluk teşkil ettiği hususlarında yanılgıya düşerek konusu suç teşkil eden emri yerine getirmesi halinde yapılan değerlendirme neticesinde TCK’nın 30/1. maddesi gereğince kasten hareket etmediği neticesine varılabilir. (Prof. Dr. F. S. Mahmutoğlu-Av. S. Karadeniz, TCK’nun Genel Hükümler Şerhi, s.480-482) II.CUMHURBAŞKANINA SUİKAST SUÇU Suçla ilgili yasal düzenlemeler şöyledir: “Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı Madde 310- (1) Cumhurbaşkanına suikastte bulunan kişi, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. Bu fiile teşebbüs edilmesi halinde de, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.

(2) Cumhurbaşkanına karşı diğer fiili saldırılarda bulunan kimse hakkında, ilgili suça ilişkin ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur. Ancak, bu suretle verilecek ceza beş yıldan az olamaz.” Maddenin gerekçesi ise şu şekildedir: “Madde metninde, Cumhurbaşkanına karşı suikastte bulunulması, kasten öldürme suçuna nazaran özel bir suç olarak tanımlanmıştır. Hatta, bu suça teşebbüs tamamlanmış suç gibi cezalandırılmaktadır. Bizim mevzuat geleneğimizde Cumhurbaşkanlığı veya Devlet Başkanlığı gibi Devletin en yüksek makamını işgal eden zatın “öldürülmesi” gibi bir sözcüğe kanunda da yer vermemek için bu hususa öteden beri kullanılmasına alışılmış “suikast” sözcüğü tercih edilmiştir. Bilindiği gibi suikast Devlet büyüğünü veya önemli bir kişiyi planlı tarzda öldürmeyi ifade ederse de burada kasten öldürmeyi belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Maddenin ikinci fıkrasında Cumhurbaşkanının şahsına karşı başka bütün fiili saldırılar, yani hakaret dışında kalan tüm hareketler cezalandırılmaktadır. “Fiili saldırılar” terimine bütün saldırılar girmektedir.” 1)Genel olarak: Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.

Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder. (Anayasa madde 104/1) Devlet başkanı, siyasi iktidar içinde yer alan, tek kişiden ibaret bir organdır. Bütün devlet kuvvetlerinin başı ve en üstü olarak korunması gereken düzeni temsil ve şahsında kişileştirmektedir. (Özek-Çetin, Devlet Başkanına Karşı Suçlar, s. 111-112) Bu nedenledir ki, Kanun vazı’ı, Devlet başkanının şahsında temsil ettiği siyasal değerler ve nitelikleri, kişisel varlığına dair değerlere öncelediğinden bu suçları devlete karşı işlenen suçlar içinde düzenlemiştir. 5237 sayılı TCK da söz konusu suçu, Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı suçlar arasında görmüştür.

Tarihi süreçte Devlet-i Aliye’de Devlet Başkanının hayatına kast fiilleri, “siyaseten katl” cezası ile yaptırıma bağlanmış, 1274 Ceza Kanunname-i Hümayunu’nun 55. maddesinde “Zat-ı Hazreti Padişahi’nin hayatına suikast eden veyahut iş bu suikastin icrasına teşebbüs eyleyen kimse idam olunur.” denilerek uygulama sürdürülmüş, mülga 765 sayılı TCK’nın “Devlet başkanına suikast” kenar başlıklı 156. maddesi ile de “Reis-i Cumhura suikastte bulunanlarla, buna teşebbüs edenler fiilleri teşebbüsü tam derecesinde ise idam cezasıyla, nakıs ise müebbet ağır hapisle cezalandırılır.” denilerek suça teşebbüs, tamamlanmış suç gibi cezalandırılmıştır.

Esas itibariyle hazırlık hareketleri cezalandırılmamaktadır. Fakat kanunlar, belli durumlarda hazırlık hareketlerini dahi, korunan hukuki menfaat açısından tehlike yaratacak nitelikte kabul ettiklerinden cezalandıran özel hükümler kabul etmişlerdir. Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ve bu arada devlet başkanına suikast suçu açısından da durum böyledir. Kanunumuzun 765 sayılı TCK 168 ve 171. maddelerinde (5237 sayılı TCK’nın 314 ve 316. maddelerinde) düzenlenen suçlar, Devletin şahsiyetine/devlet başkanına suikast suçu açısından hazırlık hareketlerini cezalandıran özel hükümlerdir. (Özek, age, s. 155) 3713 sayılı Kanunun 3. maddesinde yer alan suçlar, mutlak terör suçlarıdır. Bu nedenle yaptırım uygulanırken belirlenen temel cezadan sonra aynı Kanunun 5/1. maddesi tatbik edilir.

Fail örgüt mensubu ise, cezanın TCK’nın 58/9 maddesi gereğince mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine de karar verilmelidir.

2)Suçla korunun hukuki menfaat: Norm, iki ayrı değeri birlikte korumaktadır. Birincisi Cumhurbaşkanının hayatı, yaşam hakkıdır. Diğeri ise mağdurun niteliği bilinerek kendisine karşı suç işlendiğinde devlet başkanının temsil ettiği siyasal değerler ve niteliklerdir. Bu açıdan devlet başkanı aleyhine suçlar, devletin şahsiyeti aleyhine işlenen suçlar arasında yer almaktadır. Devlet organlarını meydana getiren şahıslar kişisel olarak korunmadıkları, mesela hükümet başkanı aleyhine suçlar özellik taşımadığı halde, devlet başkanına karşı suçlar “devletin varlığına” karşı işlenmiş gibi kabul edilmektedir. (Özek, age, s.5) 3) Suçun maddi unsurları: a) Suçun Konusu: Suçunun hukuki konusu, Cumhurbaşkanının yaşam hakkı ve şahsında temsil edilen devletin varlığı ve anayasal düzenidir.

b)Fail: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsun ya da olmasın, yöneten veya yönetilen herkes olabilir.

c)Mağdur: Suçun mağduru Cumhurbaşkanıdır.

d)Fiil: Fiil, Cumhurbaşkanına suikastte bulunmak ya da bu fiile teşebbüs etmektir. Suikat, madde gerekçesinde açık biçimde belirtildiği üzere kasten öldürmeyi belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Teşebbüsten bahsetmek için kastedilen suç yönünden elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlamak gerekir. (TCK madde 35/1) Bu nedenle hazırlık hareketlerinin, yasada açık biçimde düzenlenmedikçe cezalandırılamayacağı tartışmadan varestedir. Doktrinde Hafızoğulları ve Özen, suikast planı ve suçun işleneceği yerde keşif yapmanın hazırlık hareketi kapsamında kaldığını ileri sürmektedir. (Hafızoğulları Zeki-Özen Muharrem, Millet ve Devlete Karşı Suçlar, s. 378) Fiil, devlet başkanını, başkanlık süresi içinde ve başkanlık fonksiyonlarıyla yükümlü bulunduğu sürede korumaktadır. (Özek, age, s. 114) (Yargıtay CGK’nun 02/04/1990 tarih ve 84-106 sayılı kararı) 4) Suçun manevi unsuru: Suç, genel kastla işlenebilir. Siyasal ya da kişisel saikle işlenmesi arasında fark yoktur.

5)Suçların içtimaı: Cumhurbaşkanına suikast suçu ile terör örgütü mensubu olmak (TCK madde 314) ve/ veya devletin birliği,ülke bütünlüğü ve anayasal düzeni aleyhine suçlar arasında müterakki/geçitli suç ilişkisi bulunmadığından (Özek, age, s. 144) ve TCK’nın 302/2, 309/2, 312/2, 311/2 ve 220/4. maddelerinde açıkça fikri içtimanın uygulanması yasaklanmış olduğundan zikredilen suçların şartları oluşmuşsa ayrı ayrı cezalandırılmaları gerekecektir.

6)İşlenemez suç kavramı: İşlenemez suç, bir ceza kanunu hükmünü ihlale yönelmiş olmasına rağmen ya hareketin suçu karekterize eden zarar veya tehlikeyi meydana getirmeye elverişli olmaması ya da suçun konusunun bulunmaması nedeniyle başarısız kalmaya mahkum bir davranış olarak tanımlanmaktadır. (Alacakaptan Uğur, İşlenemez Suç, s.1) Bu tanıma göre işlenemez suç, ya hareketin elverişli olmamasından ya da suçun konusunun bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Somut olay yönünden hareketin elverişliliği hususunda bir tartışma bulunmadığından suçun konusunun yokluğu durumunda eylemin hangi hallerde işlenemez suç hangi hallerde teşebbüs olarak kabul edilmesi gerektiği üzerinde durulacaktır.

Suç teorisi açısından suçun maddi konusu; failin yaptığı hareketin, üzerinde tesirini icra ettiği kişi veya şeydir (Alacakaptan, age, s. 113). Her suç bir hukuki değeri koruduğuna göre, her suçun bir hukuki konusu vardır. Ancak her suçun maddi konusu olmayabilir. Netice suçu olarak düzenlenmeyen suçlar genellikle maddi konusu olmayan suçlardır. Öldürme suçlarında suçun hukuki konusu yaşam hakkı, maddi konusu ise insan vücududur.

Doktrinde suç konusunun yokluğu halinde eylemin işlenemez suç kapsamında mı yoksa teşebbüs olarak mı kabul edileceğinin, mutlak yokluk-nisbi yokluk ayrımına göre tespit edilebileceği savunulmuştur. Mutlak yokluk halinde işlenemez suç, nisbi yokluk durumunda ise suça teşebbüs vardır. Kasten öldürme suçu yönünden, öldürülmek istenen kişinin olay öncesinde ölmüş olması mutlak yokluğu, konunun geçici olarak olduğu zannedilen yerde bulunmaması ise nisbi yokluğu ifade etmektedir. Bu görüş, özellikle nisbi yokluk kavramının, belirsizliği ve göreceliği nedeniyle sorunu çözmekte yetersiz kalınca konunun, icra hareketlerine başlanmadan önce yok olması halinde işlenemez suçun, hareketin başlamasından sonra veya başlamasıyla birlikte yok olması halinde ise teşebbüsün varlığından bahsedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Ex post değerlendirmeye dayanan bu görüş de fiilin “objektif tehlikeliliğini” görmezden gelmesi nedeniyle eleştirilmiştir.

Yüksek Yargıtay’ın bir çok kararında (Yargıtay 1.CD’nin 26/05/1963 tarih ve 320/1134; 2. CD’nin 18/01/1949 tarih ve 355/419; 6. CD’nin 24/10/1959 tarih ve 955/889 ile 14/06/1983 tarih ve 4019/5620; CGK’nun 13/02/1984 tarih ve 291/158, 21/02/1983 tarih ve 6-495/64 ile 25/06/1990 tarih ve 5-157/200; 10. CD’nin 25/01/2005 tarih ve 2004/25426-2005/340 sayılı kararları vb.) kabul edilen, doktrinde büyük ekseriyetle savunulan (Alacakaptan, age, s. 124-127; Soyaslan Doğan, Genel Hükümler, s. 309; Demirbaş Timur, Genel Hükümler, s. 430; Sözüer Adem, Suça Teşebbüs, s. 190; Dönmezer-Erman. C 1, s. 603; İçel-Sokullu-Akıncı, s.323; Zafer Hamide, Genel Hükümler, s.403) ve Dairemizce de benimsenen “somut tehlike teorisi”ne göre ise; hâkim, psişik ve fizyolojik gelişmesi normal olan insanın bilgi, tecrübe ve niteliklerini nazara almak ve belli istatistik kanunları ile id quod plerumque accidit (ortak hayat tecrübelerine göre, belli insan davranışlarının nedensellik bağlamında netice verdiği makul bir olasılık derecesini ifade eden ortak tecrübe ilkesi) ilkesini ve faili o olay bakımından mevcut özel bilgilerini de göz önünde bulundurmak suretiyle hareketin yapıldığı anda hareketin mevzuunun mevcudiyetinin muhtemel olup olmadığını araştıracak (Alacakaptan, age, s. 126) muhtemel olması durumunda eylemin teşebbüs aşamasında kaldığı sonucuna ulaşacaktır.

Yani hâkim, somut olayda ex post değil ex ante bir değerlendirme ile normal bir insanın bilgi, tecrübe ve niteliklerini, günlük hayat tecrübelerini, failin olay ile ilgili özel bilgilerini nazara alarak hareketin yapıldığı anda suçun konusunun varlığının muhtemel olup olmadığını araştıracaktır. Konunun varlığı muhtemel ise -ve esasen mutlak yokluk durumu da yoksa- eylemin teşebbüs kapsamında kaldığı kabul edilerek cezalandırılacaktır.

İşlenemez suç hakkında ne mülga 765 sayılı ne de mer’i 5237 sayılı TCK’da bir hüküm vardır. Oysa İtalyan Ceza Kanununun 49, Alman Ceza Kanununun 23. maddelerinde işlenemez suç/elverişsiz teşebbüs ile ilgili düzenlemeler yer almıştır. Gerek anılan kanunlar gerekse Avusturya ve İngiliz ceza kanunları işlenemez suçun cezalandırılmasına ya da güvenlik tedbiri uygulanmasına imkan tanımaktadır. Fransa uygulaması da bu yönde gelişmiştir. (Tozman Önder, Suça Teşebbüs, s.181) Türk ceza hukuku açısından işlenemez suç/elverişsiz teşebbüsün cezalandırılması mümkün bulunmamakla birlikte doktrinde … gibi yazarlar suç işleme kararının icrası kapsamında harici dünyaya yansıyarak toplumsal tehlikeliliği ortaya koyan fiillerin, failin elinde olmayan nedenlerle istenilen sonucu doğurmasa da cezalandırılması gerektiğini savunmuşlardır.

Bu durumda, hareketin elverişliliği ya da konunun yokluğu hususundaki kurum ve kavramların, özellikle korunan hukuki değer olarak devletin varlığını ve prestijini muhafaza eden suçlar yönünden, işlenemez suçun alanını genişletecek biçimde yorumlanması kabul edilemez.

7)

İLK DERECE VE BÖLGE ADLİYE MAHKEMELERİNCE KABUL EDİLEN SOMUT OLAY: A)

EYLEMİN PLANLANMASI VE İCRASI: 6-7-8-9 Temmuz 2016 tarihlerinde Ankara’da bir villada başka dosya sanıklarından … ‘ün katılımıyla gerçekleştirilen toplantılarda yer alan sanık … ‘e, örgüt mensuplarından oluşturulacak bir grupla Cumhurbaşkanına yönelik eylemin gerçekleştirilmesi görevinin verildiği, 8 Temmuz 2016 günü sanıklar … ile … ‘in Ankara’da bir pastanede buluştukları, burada sanık … ‘in sanık … ‘e bir sonraki hafta Hava Eğitim Komutanı Korgeneral … ün alınması görevini verdiği, 13 Temmuz 2016 günü sanık … ‘in, sanıklar … , … ve … ile Çiğli üssündeki depoda toplantı yaparak sanık … ‘le yaptığı görüşmeyi anlattığı, yine aynı sanıkların 15 Temmuz 2016 günü öğleden sonra Çiğli üssündeki Patlayıcı Bomba İmha Kıta Komutanlığına giderek çelik kapı patlatılması ile ilgili uygulama yaptıkları, 14 Temmuz 2016 günü 1’inci Özel Kuvvetler Tugay Komutanı ve Silopi Özel Kuvvetler Harekat Üssü Komutanı Semih Terzi’nin sanık … ‘i arayarak görevin içeriği ile ilgili açıklama yapmaksızın 12 kişilik bir tim seçmesini, kendisinin uçak ayarlayacağını, uçak bulunamaması halinde sanık … ile görüşmesini, olayla ilgili olarak da sanık … ile irtibat kurmasını istediği, 14 Temmuz 2016 günü sanıklar … , … ve … ‘ın Ankara’da bir evde buluştukları, burada sanık … ‘in sanık … ‘e silahlı kuvvetlerin emir komuta zinciri içinde darbe yapacağını söyleyip 12 kişilik bir tim hazırlamasını istediği, akabinde sanıklar … ile … ‘in aynı uçakla İstanbul’a gittikleri, 14 Temmuz 2016 günü akşam saatlerinde sanık … ‘in İstanbul’daki Harp Akademisi’ne gittiği, burada öğrenci subay olan sanıklar … ve … ‘le görüşerek beraber okudukları arkadaşları hakkında bilgi aldığı, bu bilgiler doğrultusunda özel kuvvetlerden eyleme katılacakların listesini oluşturduğu, 14 Temmuz 2016 günü akşam saatlerinde sanık … ‘in kolordu kantininde sanık … ile buluştuğu, gizli bir görev olduğunu ve 15 Temmuz 2016 günü saat 18.00’de sanık … ‘i alıp pistte hazır olmaları gerektiğini söylediği, 15 Temmuz 2016 günü sabah saatlerinde sanık … ‘in Hava Harp Akademisi misafirhanesinde sanık … ‘le buluştuğu, burada sanık … ‘in Çiğli’ye intikal edilmesi için saat 20.00-21.00 arasında Atatürk Havaalanının askeri apronunda hazır olmaları gerektiğini söylediği, 15 Temmuz 2016 günü öğle saatlerinde sanık … ‘in 4. Kara Havacılık Komutanlığına gittiği, burada sanık … ‘la görüşüp ihtiyacı olduğunda üç helikopterle gelmesini söylediği, 15 Temmuz 2016 günü öğle saatlerinde sanık … ‘in birkaç gün önce telefonla arayıp içeriği ile ilgili bilgi vermeksizin bir operasyon olacağından bahsettiği sanık … ‘i evine çağırdığı, harekatta değişiklik olabileceğini ve irtibat noktasının sanık … olduğunu söyleyip sanık … ‘in telefon numarasını verdiği, 15 Temmuz 2016 günü öğleye doğru sanık … ‘un sanık … ‘yı cep telefonundan arayıp akşam ilerleyen saatlerde bir görev olacağını, personel nakli yapılabileceğini, dört tane helikopterle uçuş ekibini hazırlaması gerektiğini söylemesi üzerine sanık … ‘nın personele saat 22.00’de hazır olmaları talimatı verdiği, 15 Temmuz 2016 günü öğleden sonra uçakla İzmir’e gelen sanık … ‘i sanık … ‘in havaalanında karşılayıp Çiğli 2. Ana Jet Üssü’ne getirdiği, burada sanıklar … ve … ile bir toplantı yapan Gökhan’ın, malzeme ve teçhizat hazırlanmasını istediği, 15 Temmuz 2016 günü sabah saatlerinde sanık … ‘nın Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na gittiği, alay komutanı Muhsin Kutsi Barış’ın Cumhurbaşkanının nerede olduğunu sorması üzerine bilmediğini söylediği, akabinde diğer yaverleri arayıp Cumhurbaşkanının yerini öğrendiği, Cumhurbaşkanının 16 Temmuz 2016 günü Antalya’da katılacağı program nedeniyle alınan uçak biletini iptal ettirip emir astsubayı yerine ilk kez gördüğünü ve daha önceden tanımadığını söylediği, tanık … ile birlikte arabasına alarak saat 00.00 sıralarında Çiğli 2. Ana Jet Üssü’ne geldiği, üs komutanlığına vekalet eden ve hakkında tefrik kararı verilen sanık … ın odasına gittiği, 15 Temmuz 2016 günü saat 21.45 sıralarında sanık … liderliğindeki timin bulunduğu Skorsky helikopterin İstanbul’dan havalanarak saat 23.00 sıralarında Çiğli üssüne indiği, yolculuk öncesinde henüz havaalanında iken sanık … ‘in timde bulunanlara TSK’nın emir komuta zinciri altında yönetime el koyacağını açıklayıp bu kapsamda görev alacaklarını söylediği, 15 Temmuz 2016 günü saat 22.00 sıralarında uçuş lideri olan sanık … ‘nın emri üzerine takip radar cihazlarını kapatmak suretiyle dört helikopterin Gaziemir’den havalanarak saat 22.30 sıralarında Çiğli üssüne geldiği, Bu surette Çiğli üssünde bir araya gelen timlerin MAK deposuna giderek daha önceden hazırlanmış olan silah ve teçhizatı herhangi bir şekilde zimmet işlemi yapmaksızın kuşandıkları, helikopterlere mühimmat yükledikleri, Sanık … ‘in depo önündeki boş alanda timdeki ve pistte bulundukları esnada da helikopter pilotları ile uçuş ekibindeki sanıklara yönelik yaptığı açıklamada silahlı kuvvetlerin ülke yönetimine el koyduğunu, Genelkurmayın emriyle hareket ettiklerini, gidecekleri bölgede Cumhurbaşkanının koruması polisler ile sivillerin olduğunu, neyle karşılaşacaklarını bilmediklerini, ateş gelmedikçe ateş etmemelerini, megafonla karşı tarafı uyarmak için anons yapmalarını, direnen ve karşı koyan olursa öldürmelerini, yere inecek timin emir komutasının sanık … ‘de olduğunu, kendisinin de helikopterde kalıp organize edeceğini söylediği, ayrıca helikopter pilotlarına gidecekleri yerin koordinatlarını verdiği, Sanık … ‘in yere inecek timdeki sanıkları helikopterlere paylaştırdığı, seçtiği dört tane makinalı tüfekçiye timin inmesinden sonra yumuşatma amacıyla yere ateş ederek destek olmalarını söylediği, yere inilmesinden sonra kendi liderliğindeki özel kuvvetler timinin grubun önünde hareket edeceğini, sanık … liderliğindeki MAK timin ise emniyet alacağını belirttiği, Gaziemir’den Çiğli üssüne helikopterle gelen pilotlardan tanık … ‘ün üste yaşananlardan, ailesinden kendisine gelen telefonlardan ve telefonuyla girdiği internetten elde ettiği bilgilerden kanunsuz bir faaliyet icra edileceğine kanaat getirmesi üzerine ikinci pilotu olan tanık … ile birlikte uçuşa katılmamayı kararlaştırdıkları, bu karar uyarınca helikopteri normal dışı çalıştırarak arızalandırdıkları, Yine Gaziemir’den Çiğli üssüne helikopterle gelen pilotlardan tanık … ‘nin uçuş ekibindeki ikinci pilot … ‘ın, cep telefonundan ülkede yaşananları öğrenince uçmayı kabul etmediğini söylemesi üzerine bu gelişmeler nedeniyle birinci pilot tanık … ‘nin de uçuşa katılmamaya karar verdiği, Yapılan açıklamalar ve görev dağılımı sonrasında çalışır vaziyetteki üç helikopterde bir müddet bekledikleri, bu esnada sanık … ‘ın sanık … ‘e görevin iptal edildiğine dair mesaj gönderdiği, sanık … ‘in gelen mesajı sanık … ‘e ilettiği, bunun üzerine Ankara’daki Akıncı üssüne gitmeye karar verdikleri, akabinde sanık … ‘ın sanık … ‘e göreve devam şeklinde gönderdiği mesaj üzerine söz konusu üç helikopterin Marmaris’e gitmek üzere Çiğli üssünden kule ile temas kurmadan ve gerekli izinleri almadan saat 02.15’te kalktıkları, Üste yaşananlardan ve ülkedeki gelişmelerden kanunsuz bir faaliyet icra edileceğine kanaat getirerek uçuşa katılmamaya karar veren tanıklar … ve … ‘nin, diğer üç helikopterin kalkması sonrasında kendi uçuş ekipleriyle birlikte Gaziemir’e geri döndükleri, İlk helikopterin Marmaris’e 03.03’te varmasını takiben sanık … liderliğindeki timin yere indiği, bu esnada helikopterlerdeki makinalı tüfekçiler tarafından yere doğru ateş açıldığı, yere inen timdeki bazı sanıkların da havaya ateş ettikleri, timin sıralı düzende ilerlemesi esnasında rastladıkları tanık … ‘dan Cumhurbaşkanının kalmış olduğu otelin tam olarak bulunduğu yeri öğrendikleri, otelin içerisinde villaların olduğu alanda ilerlerken Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığında emniyet amiri olarak görev yapan ve 1782 nolu odada bulunan koruma polislerinin amiri katılan … ‘ın polis olduğunu söyleyerek teslim olmaları hususunda yüksek sesle uyarıda bulunduğu, buna rağmen timdeki sanıkların koruma polislerine ateş açtığı, akabinde etkisiz hale getirilen katılan … ‘ın timdeki bir kısım sanıklar tarafından darp edilerek burnunun kırıldığı, katılan … ‘a sanık … ‘in “Cumhurbaşkanı nerede, hangi helikopterle gitti, hangi havalimanına inecek, helikopter ne zaman kalktı ?” şeklinde sorular sorduğu, sanık … ‘in polislerin bulunduğu odanın camından el bombası attığı, sanık … ‘in polislerin odadan çıkmamaları durumunda roket kullanılacağını söylediği, teslim olan koruma polislerinin üstleri aranıp silah, şarjör, telsiz, cep telefonu ve cüzdanları alındıktan sonra kelepçe takılıp yere yatırıldıkları, “hani inimize girecektiniz, biz sizin ininize girdik, cehennemi yaşatacağız size, bunlar daha yeni başlıyor, hırsızın piçleri, Allah ve kitaptan bahsetmeyin, millete yaptığınızın hesabını vereceksiniz, biz gelene kadar kalkmayın, kalkanın kafasına sıkarız” denilerek hakaret ve tehditte bulunulduğu ve etraflarında silahla ateş edildiği, otel çalışanı katılan … ‘ın çatışma nedeniyle korkuya kapılarak saklandığı ve Cumhurbaşkanının otelde kaldığı esnada toplantı yapması için tahsis edilmiş olan 1922 nolu odanın kapısının bir kısım sanıklar tarafından kırıldığı, kapalı haldeki banyo kapısının üst kısmına birkaç el ateş edildiği, bulunduğu yerden çıkmak zorunda kalan katılan … ‘ın da kelepçelenerek koruma polislerinin yanına getirildiği, Cumhurbaşkanını otelde bulamamaları üzerine sanık … ‘in sanık … ile irtibat kurarak durumu bildirmesini takiben timin helikoptere binmek amacıyla otelden ayrıldığı, Kendi imkanları ile kelepçelerini çözen koruma polislerinin, 1782 nolu odanın balkonunun önünde koruma polislerinden … ‘i vurulmuş halde buldukları, suni teneffüs ve kalp masajı yapıp 112 ambulansını aradıkları, akabinde … ‘in şehit olduğu, Timi yere indiren helikopterlerin sahil üzerinde beklemeye başladıkları, bir müddet sonra yakıtlarının azalması üzerine yakıt ikmali ihtiyacının doğduğu, Skorsky helikopterin yakıt ikmali için kule ile muhabere kurmaksızın ve ışıkları kapalı halde saat 03.50’de Dalaman Hava Meydan Komutanlığına indiği, helikopterin etrafının sanık … ve hazır kıta askerleri tarafından sarıldığı, telsiz kanalından geliş nedenine dair sorulara ve teslim olun çağrısına cevap vermediği, motorunu susturmadan pistte bir müddet bekledikten sonra havalandığı, yakıtın azalmış olması nedeniyle fazla ilerlemeyeceklerini anlamaları üzerine yakınlardaki boş bir araziye indiği, sanık … ‘ün sanık … ‘u arayıp durumu bildirmesi üzerine sanık … ‘un meydana geri dönmesini ve protokol uyarınca yakıt vermeleri gerektiğini söylediği, bunun üzerine Skorsky helikopterin saat 04.30’da tekrar Dalaman meydanına indiği, bu sefer kule ile temasa geçip motoru susturduktan sonra helikopterden inerek yakıt için geldiklerini söylediği, bu esnada sanık … ‘nın sanık … ‘yı askeri hattan aradığı, telefonu açan tanık … ‘e sanık … ‘yı sorduktan sonra helikoptere yakıt verilmesini söylediği, tanık … ‘in telsizle sanık … ‘nın gelen helikoptere yakıt ikmali yapılmasını söylediğini aktardığı, tanıklar … , … , … ve … ‘un sanık … ‘yı söz konusu helikopterin saldırıya katılan helikopterlerden olduğu ve bu nedenle yakıt verilmemesi gerektiğine dair uyarmalarına rağmen yakıt ikmalinin yapıldığı, saat 04.50’de havalanarak yerdeki timi almak üzere Marmaris’e doğru hareket ettiği, Dalaman hava meydanına giden Skorsky helikopterin yakıt ikmali konusunda sıkıntı yaşadığını öğrenmeleri üzerine birinci pilotları sanıklar … ile … ‘in olduğu diğer iki helikopterin ise yakıt ikmali için Bodrum’daki Imsık üssüne gittiği, bu helikopterlerin üsse doğru geldiklerini ikinci pilotlardan sanık … ‘nun gönderdiği mesajla öğrenen meydan komutanı tanık … ‘ın tanık … ‘ü arayıp durumu bildirdiği, tanık … ‘ün kesinlikle yakıt vermemesini, gerekirse helikopterlerin bataryalarını söküp tankerlerin içine kum doldurmasını, kalkmalarına da izin vermemesini söylemesi üzerine tanık … ‘ın saat 04.40’da inen bu iki helikoptere yakıt vermediği, tanık … ‘ın sanıklar … ve … ‘le görüşerek sanık … ‘nun misafirhaneye, sanık … ‘in ise nizamiyeye gönderilmek suretiyle diğer sanıklardan ayrıldığı, Otelden ayrılıp helikoptere binmek üzere sahile doğru ilerleyen timin … otel önüne geldiği esnada polisleri görmeleri üzerine ateş etmeye başladığı, çıkan çatışmada polis memuru … ‘in şehit olduğu, beş polis memurunun da yaralandığı, bu çatışmadan sıyrılan timin otele girip burada bir müddet bekledikten sonra bir çıkış yolu bularak müşteki … ‘ın evine girdiği, sahil üzerindeki helikopterin kendilerini getiren Skorsky helikopter olduğunu anlamaları üzerine sahile doğru hareket ettikleri, timin helikoptere ulaşmasını kolaylaştırmak amacıyla sanık … ‘in makinalı tüfekle ateş açtığı, polis memurlarının da silahla karşılık vermesi üzerine sanık … ‘in göğsünden vurularak yaralandığı, timdeki sanıkları alamayan helikopterin olay yerinden uzaklaşmaya başladığı, bu esnada sanık … tarafından kendilerini almadan giden helikoptere ateş edildiği, Yerdeki timi alamayan Skorsky helikopterin saat 05.40’ta Imsık üssüne geldiği, daha önceden buraya intikal etmiş olan diğer iki helikopterdeki pilotlar, sanıklar … ve … dışındaki uçuş mürettebatı ve sanık … Sönmezateş’in malzeme ve mühimmatları aktarmalarından sonra bu helikoptere bindikleri, akabinde saat 06.30’da Çiğli üssüne indiği, Kendilerini almak için gelen helikoptere binemeyen timdeki sanıkların sahil kısmından uzaklaşarak ormanlık alana doğru hareket edip arazide kaçmaya başladıkları, arazide bulundukları esnada sanık … ‘in “hizmet hareketinden olmayan var mı ?” şeklindeki sorusuna aksi yönde bir cevap verilmediği, arazideki ikinci günde sanık … ‘in kaçış için kolaylık sağlaması amacıyla timi üç gruba bölüp paralarını da paylaştırmak istediği esnada sanık … ‘nun koruma polisi müştekiler … , … ve … ‘nun üstünün arandığı esnada aldığı cüzdanlarını üzerinden çıkarttığı, ancak sanık … ‘in bu cüzdanlardaki paranın ortak paraya dahil edilmesine karşı çıktığı, şeklinde oluşun kabul edildiği görülmektedir.

B)

SANIKLARIN HUKUKİ DURUMLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ: Sanıklara müsnet Anayasayı ihlal ve Cumhurbaşkanına suikast suçlarının unsurları ve özel görünüm şekilleri, savunmalarında ileri sürülen hukuki kurumlar ile ilgili olarak yapılan açıklamalar, 15 Temmuz 2016 günü ülke genelinde yaşanan olaylar, Bölge Adliye ve İlk Derece Mahkemelerince sübutu kabul edilen somut olay çerçevesinde sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesine gelince; a)Anayasayı ihlal ve Cumhurbaşkanına suikast suçları yönünden; Kast insanın iç dünyası ile ilgili bir kavram olup, kastın açıkça ifade edilmediği durumlarda, iç dünyaya ait bu olgunun dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak belirlenmesi yoluna gidilmektedir. Kastın tespitinde eylemin bir evresindeki durumunun değil, olay öncesi, sırası ve sonraki davranışlarının da dikkate alınıp tüm kanıtların birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira, suç kastını mutlaka belli bir aşamada oluşması gerekmediği gibi, iştirak iradesinin de suçun tamamlanıncaya kadar her aşamada oluşması mümkündür.

Derece mahkemelerince sübutu kabul edilen olayın, devletin anayasal düzenini ce bir ve şiddet kullanarak değiştirmek amacıyla, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca, işgal ettikleri kamu görevinin verdiği yetkiye istinaden tasarruf etme imkanını haiz bulundukları devlete ait silah ve mühimmatı kullanarak gerçekleştirilen bir silahlı darbe teşebbüsü ve somut olayın gerçekleşme şekli, Cumhurbaşkanının toplantı salonu olarak kullandığı, olay anında da müşteki Sefa Toskay’ın saklandığı 1922 numaralı odanın giriş kapısının kırılıp, banyo kapısının üst kısmına da silahla ateş edilmesi, Çiğli üssünde, sanık … tarafından yapılan açıklamalar ile tamamı özel vasıfları nedeniyle seçilen, bir kısmı tam teçhizatlı olan sanıkların Cumhurbaşkanının bulunduğu otele vardıklarında, orada olup olmadığını henüz öğrenmeden girdikleri silahlı çatışma neticesinde, koruma polislerinden … ‘in ölümüne sebebiyet verdikleri nazara alındığında; sanıkların ortaya çıkan kasıtlarının Cumhurbaşkanını öldürmeye yöneldiğine dair kabulde bir isabetsizlik bulunmadığından, Cumhurbaşkanına suikast girişimi olduğunda ve bu kalkışmaya iştirak edenlerin eylemlerinin, 5237 sayılı TCK’nın 310. Maddesinin yanında 309, 311 ve 312. maddelerinde düzenlenen suçları oluşturacağında kuşku yoktur.

Ancak ilgili bölümde açıklandığı üzere; aynı hukuki değerleri koruyan ve kapsamı itibariyle eylemlerin haksızlık muhtevasını tamamen ortadan kaldıran Anayasayı ihlal suçunun (TCK madde 309) tüm unsurlarıyla gerçekleştiği somut olayda, müterakki suçlardaki özellik nedeniyle sanıkların ayrıca Türk Ceza Kanununun 311 ve 312. maddelerinde düzenlenen suçlardan cezalandırılmaları imkanı bulunmamaktadır.

Cumhurbaşkanına suikast suçu ile terör örgütü mensubu olmak (TCK madde 314) ve/ veya devletin birliği, ülke bütünlüğü ve anayasal düzeni aleyhine suçlar arasında müterakki/geçitli suç ilişkisi bulunmadığı gibi, farklı hukuki değerleri korumaları ve TCK’nın 302/2, 309/2, 312/2, 311/2 ve 220/4. maddelerinde işlenen suçlar bakımından gerçek içtima hükümlerinin uygulanacağına ilişkin açık düzenleme nedeniyle, sanıkların sübut bulan eylemlerine uyan TCK’nın 309 ve 310. maddelerindeki suçlardan ayrı ayrı cezalandırılmaları yasaya uygun görülmüştür.

Somut darbe teşebbüsü, TCK’nın 309. maddesinde sayılan amaçlara matuf zarar tehlikesi doğuran vahim eylemler vasfını aşarak, anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eşzamanlı, senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle örgütsel koordinasyon veya iştirak iradesi gereğince ve iş bölümü doğrultusunda bulundukları mahal ve konumlarına uygun, amaca hizmet eden ve katkı sunan icrai harekette bulunanların, icra aşamasına geçerek amaç suç yönünden somutlaştığında ve elverişliliğinde tartışma bulunmayan bu fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurdukları gözetilerek TCK’nın 37. maddesi kapsamında “doğrudan fail” olduklarının kabulünde zorunluluk vardır.

Bu nedenle mensup oldukları örgüt yönetimi tarafından alınan suç işleme kararı ve yapılan planlama doğrultusunda, suçun icrasında üstlendikleri rolleri, her birinin suçun icrasına ilişkin etkin, fonksiyonel katkıları da göz önünde bulundurulduğunda fiil üzerinde ortak hakimiyet kuran sanıklar … , ve … ‘nun “ müşterek fail” olarak TCK’nın 37. maddesi delatiyle aynı Kanunun 309 ve 310. maddelerinden mahkumiyetlerine dair verilen kararlarda bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Olay mahallinde bulunmasalar da gerek ülke genelindeki darbe kalkışmasının gerekse Cumhurbaşkanına suikast suçunun planlama, hazırlık ve organizasyonu içinde yer alan, fiilin başarı ile tamamlanması açısından yapılan iş bölümü doğrultusunda, icra sırasında olay yerinde olan diğer sanıklarla sürekli iletişim halinde kalarak idare, koordinasyon ve lojistik temini görevlerini yerine getiren sanıklardan … , … ve … ‘in sorumluluklarının da müşterek faillik kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, örgüt hiyerarşisi içinde ve örgütsel faaliyet çerçevesinde işlenen suçlar yönünden uygulanma yeri bulunmayan TCK’nın 38. maddesi gereğince azmettiren olarak kabul edilmesi sonuca etkili olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

b)Ancak sanık … hakkında Cumhurbaşkanına suikast suçuna yardım etme ve anayasayı ihlal suçlarından kurulan hükümler incelendiğinde; aa-Derece mahkemelerinin, maddi olaya ilişkin kabullerine göre; yakıt almak için sorumluluk bölgesindeki üsse inen helikopterde bulunan sanıkların, Cumhurbaşkanına suikast suçunun failleri olduklarını bildiğine dair delil bulunmayan ve iştirak iradesi ortaya konamayan, bilakis helikopterin ilk gelişinde aldığı tedbirler ve davranışları itibariyle suikast olayına ilişkin iştirak iradesi bulunmadığı anlaşılan sanığın, anılan suçun faillerinin Marmaris’e gelmeleri (saat 03.03) Cumhurbaşkanının Marmaristeki otelden (saat 01.15) ve Dalaman’dan (saat 01.43) ayrılma saatleri de nazara alındığında bu suç yönünden icra hareketlerinin tamamlanmasından sonra il valisi ve Jandarma komutanı olan tanıkların, helikopterin darbeci askerlerin kullanımında olduğu, yakıt vermesinin sorumluluğunu gerektireceği yönündeki ihtar ve telkinlerine itibar etmeyerek amiri olan sanık … ‘nın talimatı doğrultusunda diğer sanıkları taşıyan helikoptere yakıt vermesinden (saat 04.30-04.50) ibaret olayda; maddi ve manevi unsurları itibariyle oluşmayan müsnet Cumhurbaşkanına suikast suçundan CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraatine karar verilmesi gerekirken yetersiz ve çelişkili gerekçe ile yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırı görülmüştür.

bb-Anayasayı ihlal suçu yönünden ise, yakıt ikmali için sorumluluk bölgesindeki üsse ilk olarak saat 03.50’de kule ile muhabere kurmaksızın ve ışıkları kapalı halde inen Skorsky helikopterin etrafını hazır kıta askerleri marifetiyle sarıp, telsiz kanalından geliş nedenine dair sorulara cevap vermeyen sanıklara teslim ol çağrısı yaparak pistten ayrılmalarını temin eden ve örgütsel bağı kesin olarak ortaya konamayan sanığın, icra hareketlerinden önce örgütsel organizasyon içinde yer alarak darbe girişiminden haberdar olduğu, suç işleme karar ve iradesine katıldığı da kanıtlanamamış olmasına, elverişli nitelikteki icra hareketlerine katkı sunmakla birlikte, sunduğu katkının tek başına vahamet arz etmediği gibi fiilin işlenişi üzerinde müşterek hakimiyet kurduğundan da bahsedilemeyeceğinin anlaşılmasına, sorumluluk bölgesi olan Dalaman’da darbenin icrai hareketleri bağlamında değerlendirilebilecek bir olayın da yaşanmamasına nazaran, emir ve eylemin suç teşkil ettiği açıkça belli olmasına rağmen il valisi ve Jandarma komutanı olan tanıkların, helikopterin darbeci askerlerin kullanımında olduğu, yakıt vermesinin sorumluluğunu gerektireceği yönündeki ihtar ve telkinlerine itibar etmeyerek, darbe kalkışmasını ve helikopterin darbeci askerlere ait olduğunu öğrendiği ve eylemin devam ettiğini bildiği halde, amiri olan sanık … ‘nın emri doğrultusunda, diğer sanıkları taşıyan helikoptere yakıt vermesinden ibaret, zarar tehlikesi bakımından illi bir değer taşıdığında kuşku bulunmayan eyleminin, işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak (TCK madde 39/2-c) suretiyle Anayasayı ihlal suçuna yardım etmek kapsamında kaldığının kabulü gerektiği gözetilmeden hatalı değerlendirme ile doğrudan fail olarak mahkumiyet hükmü kurulması kanuna aykırıdır.

c)Kanunun hükmü/kanunsuz emir, amirin emrinin ifası ve hata (TCK madde 30) savunmaları yönünden; Ayrıntıları ilgili bölümde açıklandığı üzere, konusu suç teşkil eden emir hiç bir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur. (1982 Anayasasının 137/2, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 24/3. maddeleri) Askeri hizmete mütaallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse bu suçun işlenmesinden emir veren mesuldur. Ancak amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile mütaallik olduğu kendisince malum ise,maduna da faili müşterek cezası verilir. (1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 41/3-B maddesi) Sanıkların sübutu kabul edilen eylemlerinin, Anayasayı ihlal ve Cumhurbaşkanına suikast suçlarını teşkil ettiğinde kuşku yoktur. Bir kısmı doğrudan planlama, hazırlık ve koordinasyon görevini de ifa eden, tamamı suçun icra hareketlerini müşterek fail olarak gerçekleştiren sanıkların, en son Çiğli hava üssünde hükumeti düşürüp yönetime el koyacakları, bu kapsamda Cumhurbaşkanına suikast görevinin de kendileri tarafından icra edileceği hususunda bilgilendirildikleri somut olay yönünden, eylemlerinin suç teşkil ettiğini bilmediklerine dair savunmalarının reddedilmesinde ve TCK’nın 30. maddesinin tatbik şartlarının bulunmadığının kabul edilmesinde hukuki isabetsizlik yoktur.

d)İşlenemez suç yönünden; Dairemizce de benimsenen “somut tehlike teorisi”ne göre somut olay değerlendirildiğinde; TBMM ve MİT gibi stratejik kurumların hedef alındığı 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile ulaşılmak istenen asıl maksadın, doğrudan anayasal düzenin değiştirilmesinin yanında, Cumhurbaşkanının da etkisiz hale getirilmesi olduğunda kuşku yoktur. Bu cümleden olarak, Cumhurbaşkanına suikast eylemi, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanan, neticesi ve başarısı eşzamanlı, senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkan anayasayı ihlal suçunu teşkil eden hareketlerden bir tanesidir. Kalkışmanın icra hareketleri akşam saat 20-21 sularında başlamıştır. Sanıkların daha önce hazırlık yaptıkları bu özel görev için kendi birliklerinden ayrılarak Çiğli hava üstünde toplanıp teçhizatlandıklarında saat 23.00’tür. Bu saat itibariyle Cumhurbaşkanının olay mahalli olan otelde olduğu da nazara alındığında, istatistik kuralları, genel hayat tecrübeleri, örgütün kalkışma saatini öne alarak baskın davranma refleksi içinde olması, özel bilgi ve beceri ile donatılmış bir grup oldukları anlaşılan sanıkların, olay öncesi ve olay sırasındaki davranışları gibi kıstaslar muvacehesinde icra hareketlerinin başladığı anda suçun mevzuunun mevcudiyetinin muhtemel olduğunda şüphe duymamak icap eder.

Bu nedenle eylemin teşebbüs boyutuna ulaştığı ve müsnet suçun oluştuğu yönündeki kabul ve vasıflandırmada bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

e) Gönüllü vazgeçme yönünden; Darbe teşebbüsü tüm anayasal organlar başta olmak üzere TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve basın yayın organları tarafından reddedilmiş, Cumhurbaşkanı’nın çağrısı üzerine halk meydanlara çıkarak iradesine sahip çıkmıştır. Cumhuriyet başsavcılıkları darbe teşebbüsünde bulunanlar hakkında derhal soruşturma başlatarak güvenlik güçlerine teşebbüse katılanların yakalanması emrini vermişlerdir. Nihayet darbe teşebbüsü devletin meşru anayasal kurumları ve sivil halk dayanışması ile eşine az rastlanır bir biçimde akamete uğratılmıştır. Bu nedenle anayasayı ihlal suçu yönünden genel olarak TCK’nın 36. maddesinin uygulanma şartları bulunmamaktadır.

Somut olayda yukarıda izah olunduğu üzere, diğer sanıklarla beraber birliklerinden ayrılarak Çiğli hava üssünde toplanıp sanıklar … ve … ‘in komutasına tabi olup, belirlenen iş bölümü doğrultusunda Cumhurbaşkanının bulunduğu Marmaris’e giderek kendilerine verilen görevleri yerine getiren, başından itibaren müsnet suçlar yönünden kasdi bir davranış içinde oldukları anlaşılan sanıklar … ve … ‘nun, esas itibariyle bir teşebbüs suçu olan Anayasayı ihlal ve Cumhurbaşkanına suikast suçlarının icra hareketlerinin ve diğer suçların da tamamlanmasından sonra ortaya koydukları davranışlarının gönüllü vazgeçme kapsamında değerlendirilmesi imkanı yoktur.

f)Kasten öldürmeye teşebbüs etmek suçu yönünden; Somut darbe teşebbüsü, TCK’nın 309. maddesinde sayılan amaçlara matuf zarar tehlikesi doğuran vahim eylemler vasfını aşarak, anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eş zamanlı, senkronize hareketlere bağlı, hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkmış ise de uygulamada korunan hukuki değerlerin hassasiyeti itibariyle bu boyuta ulaşmasa dahi devletin birliğine ve bütünlüğüne, anayasal düzenine karşı, bu amaçla kurulmuş terör örgütlerinin faaliyeti çerçevesinde işlenen ve araç suç olarak ifade edilen kasten öldürme, kasten yaralama, yağma, nitelikli hürriyeti tahdit gibi fiiller amaç suç bakımından elverişli/vahim eylemler olarak kabul edilmektedir. Güvenlik güçleriyle iki ayrı silahlı çatışmaya giren ve ilkinde bir (1) güvenlik görevlisinin ölmesine, ikincisinde de bir (1) güvenlik görevlisinin ölümü ile birlikte beş (5) güvenlik görevlisinin nitelikli yaralanmasına sebep olan sanıkların, meydana gelen bu sonuç doğrultusunda, amaç suçtan da sorumlu tutulmaları için, iki kez kasten öldürme, beş kez de öldürmeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılmalarına karar vermek gerekirken, hedef olarak seçilen mağdurların görülemediği ve/ veya bilinemediği, ölüm veya yaralanmaların da vuku bulmadığı olaylarda, vahim eylem yerine kaim olmak üzere “en ez bir kişiyi öldürmeye teşebbüs etme” suçundan hüküm kurulması kuralına ilişkin müstekar uygulamaya yanlış anlam yüklenerek kaç kişi oldukları bilinemeyecek durumda kabul edilen güvenlik personeline karşı bir kez öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması aleyhe temyiz bulunmadığından bozma sebebi yapılmamıştır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan gerekçe doğrultusunda; 1)Sanıklar … , ve … hakkında, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik sanıklar ve müdafiileri ile katılan … vekilinin temyiz taleplerinin incelenmesinde; Katılan … vekilinin temyiz talebinin vekalet ücretine yönelik olduğu belirlenmekle katılan bakımından vekalet ücreti ile sınırlı olarak yapılan incelemede; Temel ceza tayin edilip nitelikli haller nedeniyle arttırım yapıldıktan sonra 3713 sayılı Kanunun 5/1. maddesi tatbik edilip akabinde TCK’nın 43/2. maddesinin uygulanması suretiyle sonuç cezanın belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, cezanın tertip ve tayinine ilişkin TCK’nın 61/1, 4 ve 5. maddelerinde gösterilen sıralamaya uyulmadan yazılı şekilde uygulama yapılması sonuç ceza değişmediğinden bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre verilen hükümde eleştiri nedeni ile aşağıdaki husus dışında bir isabetsizlik görülmediğinden sanıklar ve müdafiileri ile katılan … vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; Kendisini vekille temsil ettiren katılan … lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi, Kanuna aykırı olduğundan hükümlerin bu nedenle BOZULMASINA, bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın CMK’nın 303/1. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, Bölge Adliye Mahkemesi kararının 39. fıkrası ile düzeltilen ilk derece mahkemesinin 28. fıkrasına (e) bendi olarak “Katılan … ‘in duruşmada kendisini vekille temsil ettirdiği anlaşılmakla hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 3.960 TL maktu vekalet ücretinin sanıklar … , ve … ‘dan müteselsilen alınarak katılana verilmesine” ibaresinin eklenmesi suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 2)Sanıklar … , … ve … hakkında Cumhurbaşkanına suikast, anayasayı ihlal, kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs ve kasten yaralama; sanık … hakkında yağma; sanıklar … , … ve … hakkında Cumhurbaşkanına suikast suçuna azmettirme; sanıklar … ve … hakkında Cumhurbaşkanına suikast, anayasayı ihlal, kasten öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs; sanık … hakkında Cumhurbaşkanına suikast suçuna yardım etme suçlarından kurulan hükümlere yönelik temyiz incelemesinde; a- Sanık … ‘nun eylemini birden fazla kişi ile birlikte ve iş yerinde gerçekleştirmiş olması nedeniyle yağma suçundan hüküm kurulurken TCK’nın 149/1. maddesinin c ve d bentlerinde düzenlenen nitelikli hallerin de uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz bulunmadığından, b- Cumhurbaşkanına suikast amacıyla olay mahalline gelerek koruma görevlileriyle çatışmaya girip polis memuru … ‘i öldüren, Cumhurbaşkanının toplantı yapması için tahsis edilmiş olan 1922 nolu odanın kapısını kırıp, kapalı haldeki banyo kapısının üst kısmına birkaç el ateş eden, çatışma sonunda koruma görevlilerini kelepçeleyerek etkisiz hale getiren, bir kısmını da yağmalayan sanıkların, maktül … ‘i ” bir suçun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla” öldürdüklerinin kabulünde isabetsizlik bulunmamakla birlikte Cumhurbaşkanının olay mahallinden ayrıldığını da öğrenince olay yerinden kaçmak isterlerken girdikleri ikinci çatışmada polis memuru … ‘i “yakalanmamak amacıyla” öldürdükleri halde her iki maktülün de bir suçun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla öldürüldüğünün kabulü, her iki nitelikli halin seçimli olarak aynı bentte düzenlenmesi nedeniyle sonuca etkili olmadığından, c- Sanık … ‘in, somut olayın planlama ve icrasına bizzat katılıp, komuta ettiği sanıklarla olay mahalli olan Marmaris’e giderek fiil üzerinde kurduğu müşterek hakimiyetle doğrudan fail olarak müsnet suçları işlediğinin kabul edilmiş olmasına göre “doğrudan failliğin asliliği” ilkesi gereğince TCK’nın 37. maddesi gereğince cezalandırılması gerekirken anılan kanunun 220/5. maddesinin delalet maddesi olarak gösterilmesi suretiyle sorumluluğunun dolaylı faillik kapsamında nitelendirilmesi sonuç ceza değişmediğinden, bozma nedeni yapılmamıştır.

Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, sanıkların üyesi bulunduğu silahlı terör örgütünün, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs amacına yönelik olarak vahamet arz eden eylemleri gerçekleştirdiği, sanıkların sübutu kabul olunan eylemlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgütsel bağlılık ve ülke genelindeki organik bütünlüğe göre amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte olduğu belirlenip kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, sanıkların sair suçlarının sübutu kabul edilmiş, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosya kapsamına göre verilen hükümlerde eleştiri nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan; sanıklar ve müdafiileri ile katılan TC Başbakanlık (Cumhurbaşkanlığı) vekilinin temyiz dilekçelerinde ileri sürdükleri itirazlar yerinde görülmediğinden CMK’nın 302/1. maddesi gereğince temyiz davasının esastan reddiyle hükümlerin ONANMASINA, 3)Sanık … hakkında Cumhurbaşkanına suikast suçuna yardım etme ve anayasayı ihlal; sanıklar … ile … hakkında Cumhurbaşkanına suikast suçuna yardım etme suçlarından kurulan hükümlere yönelik temyiz incelemesinde; a)Sanık … yönünden; aa-) Sanığın maddi ve manevi unsurları itibariyle oluşmayan müsnet Cumhurbaşkanına suikast suçundan CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraatine karar verilmesi gerekirken yetersiz ve çelişkili gerekçe ile yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi, bb) Anayasayı ihlal suçu bakımından; Örgütsel bağı kesin olarak ortaya konamayan sanığın, icra hareketlerinden önce örgütsel organizasyon içinde yer alarak darbe girişiminden haberdar olduğu, suç işleme karar ve iradesine katıldığı da kanıtlanamamış olmasına, elverişli nitelikteki icra hareketlerine katkı sunmakla birlikte, sunduğu katkının tek başına vahamet arz etmediği gibi fiilin işlenişi üzerinde müşterek hakimiyet kurduğundan da bahsedilemeyeceğinin anlaşılmasına, sorumluluk bölgesi olan Dalaman’da darbenin icrai hareketleri bağlamında değerlendirilebilecek bir olayın da yaşanmamasına nazaran, zarar tehlikesi bakımından illi bir değer taşıdığında kuşku bulunmayan eyleminin, işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak (TCK madde 39/2-c) suretiyle Anayasayı ihlal suçuna yardım etmek kapsamında kaldığının kabulü gerektiği gözetilmeden hatalı değerlendirme ile doğrudan fail olarak mahkumiyet hükmü kurulması, b)Sanık … yönünden; Olay mahallinde bulunmasa da ülke genelindeki darbe kalkışması kapsamında Cumhurbaşkanına suikast suçunun planlama, hazırlık ve organizasyonu içinde yer alan, fiilin başarı ile tamamlanması açısından yapılan iş bölümü doğrultusunda Cumhurbaşkanının tam olarak bulunduğu yeri öğrenen, Ankara’dan aracıyla hareket edip Çiğli üssüne gelen, başyaver olan sanığın, konumu ile olay esnasında ve öncesindeki gerçekleştirdiği faaliyetlerin, eylemin planlanması, yerine getirilmesi ve başarıya ulaşması bakımından etkinliği ve önemi nazara alındığında, TCK’nın 37. maddesi uyarınca asli fail olarak sorumlu tutulması gerekirken, anılan yasanın 39/2. Maddesi gereğince suça yardım eden olarak kabul edilmesi suretiyle eksik ceza tayin edilmesi, c)Sanık … yönünden; Yapılan UYAP sorgulamasında sanık hakkında Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/43 Esasına kayden görülen derdest dava dosyası olduğunun anlaşılması karşısında; maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması amacıyla, sanıkla ilgili belge ve beyanların dosyaya getirtilmesi, gerekli olması durumunda ise davaların birleştirilmesi suretiyle bir bütün halinde incelenip delillerin birlikte değerlendirilmesi sonrasında sonucuna göre hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeyerek eksik araştırma ile karar verilmesi, Kanuna aykırı, sanık … ve müdafii, sanık … müdafii ile katılan TC Başbakanlık (Cumhurbaşkanlığı) vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozma nedeni, tutuklulukta geçirilen süre ve mevcut delil durumu dikkate alınarak sanık … ve müdafii ile sanık … müdafiinin tahliye taleplerinin reddine, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 304/1. maddesi uyarınca dosyanın Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin bilgi için İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 22.03.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.”