Latince’de susma hakkı, “nemo tenetur se ipsum prodere (accusare)” olarak ifade edilir: hiç kimse kendi suçlama ve kovuşturmasına katılmak zorunda değildir.
Susma hakkı, Anayasanın 38/5 maddesinde belirtildiği gibi, hiç kimsenin kendisini veya kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamayacağı anlamına gelir.
Sanığa veya şüpheliye, iddia edilen suçla ilgili olarak herhangi bir açıklamada bulunmama hakkı vardır (m. 147/1-e). Devletin soruşturma organlarıyla muhtemelen ilk kez bu şekilde karşı karşıya gelmiş olan şüphelinin kolluktaki ifadesinde bu hakkın bildirilmesi daha da önemlidir.
Susma hakkı, ifade alan veya sorgulayan tarafından bizzat bildirilmelidir. Bu görevi başka bir kişi yürütemez. Kanuni temsilciye verilen bilgi yeterli değildir, bu nedenle bildirim şüpheli ve sanığa yapılmalıdır.
Şüpheli veya sanığın susma hakkını bildiği gerçeği, bildirimi engellemez. Görevli, şüpheli veya sanığın bu konudaki bilgileri hakkında net bir fikirde olsa bile, susma hakkının öğretilmesi gereksiz değildir.
Bu konuda aydınlatma, şüphelinin veya sanığın esas hakkında bir açıklama yapmak zorunda olmadığını açıkça göstermelidir. Sonuç olarak, şüpheli veya sanığın kültürel düzeyi ve anlayışı, aydınlatmanın şeklini etkiler. Başka bir deyişle, kendisine susma hakkı verilmelidir. Bununla birlikte, şüpheli veya sanığın aşırı davranarak adeta konuşmamak için zorlanması gerekmez.
İfade alanın veya sorgulayanın, ifade hürriyetini bildirmesini takiben, susmanın veya konuşmanın şüpheli veya sanık için doğabilecek sakıncaları bildirmesi de mümkündür. Şüphelinin veya sanığın ifade veya sorgunun savunmasını desteklediğinin açıkça anlaşıldığı durumlarda, susmanın sakıncalarını bildirmek uygundur. Araştırma sonuçlarının, şüpheli veya sanığın suç işlediğini ortaya koymaya yetecek gibi gözüktüğü durumlarda, onun lehine olabilecek, ancak sadece kendisinin bildiği şeylerin ortaya çıkabileceği gerçeğini belirtmek uygun olur. Bu, sanık veya şüpheli tarafından kendini savunmaktan vazgeçmenin “iki yanı da kesen bir kılıç” olarak görülebilecek sakıncalardan bahsediyor. Bununla birlikte, bu hatırlatma, şüpheli veya sanığın serbestçe karar verebilme hürriyetine, özellikle tehdit veya yasa dışı bir vaatte bulunma sınırına varmamalıdır.
Sanığa veya şüpheliye susma hakkının verilmesinden kaçınılmaması veya kendisi konuşmaya zorlanmaması gerekir. Çünkü şüpheli ve sanığın haklarından biri olan ifade hürriyeti onun için çok önemlidir. Sınırlı da olsa, bir muhakeme süjesinin muhakemenin şekillendirilmesine katkıda bulunması mümkündür. Bu, şüpheli veya sanığın kişisel özgürlüğüne ve sorumluluğuna sahip olması halinde mümkündür. Ayrıca, herhangi bir baskıdan uzak olarak konuşmaya veya konuşmamaya karar verebilir. Böyle bir imkana sahip olmayan sanık ve şüpheliler için müdafi yardımı da faydalı değildir.
Bu nedenle ifade hürriyeti öncelikle olumsuz bir savunma işlevi görür. Bu nedenle, şüpheli veya sanık susma hakkına sahip olduğundan, kendini suçlama konusunda herhangi bir zorlamadan koruyacaktır. Şüpheli veya sanık, kendisine karşı görüşünü açıklama ve mevcut şüpheyi çürütme fırsatı verildiği halde bunu yapmamakta ise, o zaman sanık hakkında yapılacak bir yargılama daha makul olur.
Bununla birlikte, şüpheli veya sanık konuşma hakkına sahip olduğundan, ifade hürriyeti, suçsuzluğunu aktif olarak savunma yeteneğine sahip olduğu anlamına gelir.
Susma hakkı, şüpheli veya sanığın sadece ifade vermek istemesi veya istememesi değil, aynı zamanda “ne zaman” ve “nasıl” ifade vereceği konusunda da seçim yapmasına izin verir. Sanık veya şüpheli, müdafiine danışarak susmak veya konuşmak konusunda karar verebilir. Soruşturma evresinde susup duruşmada konuşabilir ya da tersini yapabilir; bazı suçlamalar karşısında bir tavır alıp, bazıları karşısında sessiz kalabilecek, bazı sorulara cevap verip, bazıları karşısında susabilecektir. Böylece sanık veya şüpheli, itham hakkında konuşma fırsatına sahip olacaktır.
Tam susma, şüpheli veya sanığın mahkeme süresince suçlamanın tamamı hakkında susması anlamına gelir. Faillik konusunda genel bir inkarda bulunma, örneğin olay yerinde bulunmaması veya suçsuz olduğunu söylemesi gibi.
Şüpheli veya sanığın aynı ifade veya sorgu sırasında bazı bilgileri vermekten kaçınması kısmi susmadır. Örneğin, bir kişinin bir kişiyi öldürdüğünü kabul etmesine rağmen, suçu işlediği sıradaki düşüncelerini, kendini suçu işlemeye teşvik eden saikleri açıklamaması ya da başka sorulara cevap vermemesi gibi.
Bir suçun çeşitli muhakeme aşamalarında itham hakkında konuşmak ve susmak, geçici susma olarak bilinir. Örneğin, şüphelinin kolluk ifadesi sırasında susması ya da tersidir.
Bir şüphelinin veya sanığın susması, ifade hürriyetinin tanıdığı bir haktır. Bu nedenle, sözü geçen prensip, şüphelinin veya sanığın susma davranışından onun suçluluğu yönünde bir sonuç çıkarılmasını yasaklamaktadır. Sanık veya şüphelinin susması suçluluğuna bir karine olarak kabul edilecek olsaydı, bu konudaki kararında özgür değildi. Şüpheli ve sanığa susma hakkı verilmiştir ve bu hakkın kullanılması onun aleyhine sonuç doğurmayacaktır. Sadece kendisi, durumu iyileştirmek için konuşmak yerine susmak yerine susmak suretiyle susmanın zararlı olduğuna karar verebilir. Hangi nedenle sustuğunun önemi, onun suçlu olup olmadığını belirlemede hiçbir önemi yoktur; sadece makul ve meşru özel nedenlerle susmuş olabileceği gibi, artık konuşmamayı savunmak için daha iyi olduğunu düşündüğü için de susmuş olabilir. Şüpheli veya sanığın davranışlarından kesin olarak bazı çıkarımlar çıkarmak gerekiyorsa, bu, şimdiye kadar söylediklerinden değil, daha önce söylediklerinden kaynaklanabilir. Şüpheli veya sanık, sustuğu ana kadar yaptığı açıklamalarla bir ispat aracı olmalıdır. Bu açıklamalar, daha sonraki suskunluğu nedeniyle onun aleyhine herhangi bir karine teşkil etmeksizin, diğer delillerle desteklendiğinde, sanık aleyhine bir sonuç çıkarmaya yardımcı olabilir. Örneğin, duruşma sırasında susan sanık, bu davranışıyla önceki ifadelerinin eksikliğini kanıtlayamayacağından, bu ifadeler hukuka uygun bir şekilde duruşmaya dahil edilebilir ve serbest delil değerlendirmesi sürecinde kullanılabilir.
Susma, ceza tayininde de adil değildir. Bu nedenle, şüpheli veya sanığın susması veya inkar etmesi, mağdurun zararını -mümkün olduğu takdirde ve ölçüde- tazmin etmemesi, mağdura muhakeme sürecinde yardımcı olmaması veya pişmanlık göstermemesi, cezayı artırma nedeni olarak kabul edilemez. Bu, çünkü şüpheli veya sanığın kendi savunmasını tehlikeye düşürmeksizin bunu yapması, yani susması veya inkar etmesi boşa gider. Bu durumda, sanık hakkında takdiri indirim nedenleri uygulanabilir (TCK m. 62).
Susma, sanık veya şüpheli için yine de bir risk oluşturabilir. Gerçekten de, suçluluğu ispatlandığı takdirde susmak suretiyle, sadece kendisinin bildiği ve duruma göre kendi lehine olabilecek şeyleri ileri sürme yeteneğini kaybeder. Bu nedenle, suç tipini kendi lehine değiştirebilir. Şüpheli veya sanığın vereceği bilgilerin ve yapacağı açıklamaların, özellikle manevi unsurun doğru olarak tespiti bakımından önemi tartışılmaz. Sonuç olarak, susmanın kendi üzerinde iki farklı etkiye sahip olabileceğini unutmaması gerekir. Bu durumun ifade veya sorgudan önce ona söylenmesi ve serbestçe karar verme yeteneğini kısıtlama veya aldatma suretiyle etkilemediği sürece, yasak bir ifade-sorgu taktiği olarak kabul edilmemelidir.
Sanık, muhakeme hukukunda doğruyu söylemek zorunda değildir. Bu nedenle, ifadeye hazır şüpheli veya sanığın gerçeğe aykırı bir ifade vermesi durumunda usul hukuku açısından herhangi bir yaptırımı yoktur. Bu durumda, usul hukuku açısından önemsiz bir ahlaki sorumluluk olabilir.
Yine de sanık veya şüpheli yalan söyleme hakkına sahip değildir. Bu tür bir hak, hukuk sisteminin bir bütünü olduğu için maddi hukuka da yansıması gerekiyordu. Bir başkasına iftira atmayı savunma sınırlarını aşarak suçlamak, diğer insanlardan farklı olarak suç saymamak gerekirdi. Sanık da olsa, bu durumda Ceza Kanunu’na göre iftira suçunun unsurları gerçekleşmiş olacaktır.
Böylece sanık ve şüpheli, gerçeği söylemek ve yalan söylemek hakkına sahiptir. Ceza Muhakemesi Kanunu bu tür bir yaptırım öngörmediğinden, şüpheli ve sanık, bu davranışı Ceza Kanununa aykırı olmadığı sürece yalan söyleme yönünde karar verebilir.
Anayasa, herkesin kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlamama ve buna zorlanamama hakkını açıkça tanır. Bu durumda, şüpheliyi veya sanığı bu konularda konuşmaya zorlayacak herhangi bir hareket Anayasaya (Anayasa m. 38/5) ve CMK’ya (CMK m. 147/1-e) aykırıdır. Bununla birlikte, şüpheli veya sanığın konuşmayı tercih etmesi durumunda aynı şey geçerli değildir.Şüpheli ve sanık, ifade hürriyeti çerçevesinde ya tamamen susma ya da konuşmayı tercih etme seçeneğine sahiptir. Konuşmayı tercih ederse ve kendini bu şekilde savunmak istiyorsa, bu konudaki genel hukuki sınırlamalara uymak zorundadır.Hak ifade hürriyeti, başkalarının hukuki değerlerini de ihlal edebilecek kadar kapsamlıdır.
O halde, ifadeye hazır şüpheli veya sanık, herhangi bir hukuki yaptırıma muhatap olmaksızın gerçeğe aykırı bir açıklama yapabilir. Bununla birlikte, herhangi bir cezaya maruz kalmaksızın yalan söylemek gibi bir hak da yoktur. Sadece yalan söylemek bir suçu oluşturmaz, ancak iftira gibi herhangi bir suç türünün kapsamına giriyorsa, şüpheli veya sanığa ayrıcalık tanımak için hiçbir neden yoktur. Sanık veya şüpheli, muhtemel riskleri göz önünde bulundurarak konuşmak yerine susmayı tercih edebilir. Sadece yalan söylemesi nedeniyle cezalandırılmayacak ve bu davranışı cezayı artırıcı bir neden olarak görülmeyecektir. Bununla birlikte, şüpheli veya sanığın yalan söylemesi konusunda anlaşışması durumunda, serbest delil değerlendirmesi çerçevesinde, suçun bir belirtisi olarak yalanın kabul edilemez olmasına rağmen, bu durum genel inandırıcılığı açısından değerlendirilebilir.