Sosyal Sigorta Yardımlarının Rücuen Tazmini – Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2013/2081 K. 2014/1095 T. 24.12.2014

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “sosyal sigorta yardımlarının rücuan tazmini” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 2. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 03.11.2011 gün ve 2011/86 E.-2011/502 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 06.03.2012 gün ve 2012/3309 E.-2012/4013 K. sayılı ilamı ile; ( … Dava; 17.05.2008 tarihli trafik kazası sonucu yaralanan sigortalıya Kurumca yapılan tedavi giderleri ile ödenen geçici iş göremezlik ödeneklerinin, kaza tarihinde tescili ve zorunlu mali mesuliyet sigortası bulunmayan motosikletin sürücüsü davalı … ile Güvence Hesabından müştereken ve müteselsilen tahsili istemine ilişkin olup, davanın yasal dayanağını teşkil eden 506 sayılı Kanunun 39.maddesinde “Kasdi veya suç sayılır hareketi ile sigortalının hastalanmasına sebep olan kimseye, bu Kanun gereğince hastalık sigortasından yapılan her türlü giderler tazmin ettirilir” hükmü öngörülmüştür.

Yasa Koyucu tarafından, trafik kazası nedeniyle sağlık hizmet sunucularınca verilen tedavi hizmet bedellerinin tamamının Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması esasının getirilmesi amacıyla 25.02.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 13.02.2011 tarih 6111 sayılı Yasanın 59.maddesi ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 98. maddesi değiştirilmiş, anılan değişiklik ile “ Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır.

Trafik kazalarına sağlık teminatı sağlayan zorunlu sigortalarda; sigorta şirketlerince yazılan primlerin ve Güvence Hesabınca tahsil edilen katkı paylarının % 15’ini aşmamak üzere, münhasıran bu teminatın karşılığı olarak Hazine Müsteşarlığınca sigortacılık ilkeleri çerçevesinde maktu veya nispi olarak belirlenen tutarın tamamı sigorta şirketleri ve 3/6/2007 tarihli ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanununun 14 üncü maddesinde düzenlenen durumlar için … tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna aktarılır. Söz konusu tutar, ilgili sigorta şirketleri için sigortacılık ilkelerine göre ayrı ayrı belirlenebilir. Aktarım ile sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının bu teminat kapsamındaki yükümlülükleri sona erer. Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu söz konusu tutarı % 50’sine kadar artırmaya veya azaltmaya yetkilidir … .” hükmü getirilmiştir.

6111 sayılı Kanunun, yayımı tarihinde yürürlüğe giren Geçici 1. maddesi ile de “Bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce meydana gelen trafik kazaları nedeniyle sunulan sağlık hizmet bedelleri Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır. Söz konusu sağlık hizmet bedelleri için bu Kanunun 59’uncu maddesine göre belirlenen tutarın % 20’sinden fazla olmamak üzere belirlenecek tutarın üç yıl süreyle ayrıca aktarılmasıyla anılan dönem için ilgili sigorta şirketleri ve Güvence Hesabının yükümlülükleri sona erer … … ” hükmü öngörülmüştür.

Zorunlu mali sorumluluk sigortası; motorlu bir aracın karayollarında işletilmesi sırasında, bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına neden olması halinde o aracı işletenin zarara uğrayan üçüncü kişilere karşı olan sorumluluğunu belli limitler dahilinde karşılamayı amaçlayan ve yasaca yapılması zorunlu kılınan sigorta türüdür.

Zorunlu mali sorumluluk sigortasında rizikonun gerçekleşmesi halinde sigortacının ödeyeceği tazminat 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 91.maddesinin yollamasıyla anılan Kanunun 85.maddesine göre belirlenmektedir. Buna göre; sigorta ettiren işleten tarafından motorlu aracın işletilmesi sonucu meydana gelen kişinin yaralanması veya ölmesinden kaynaklanan bedeni zararlara dayalı maddi tazminat ile tedavi giderleri ve maddi hasarlar sigortacının poliçe limitleri dahilinde tazmin zorunda olduğu zararlar olup, motorlu aracın sigorta poliçesinin bulunmaması halinde bu zorunluluk Güvence Hesabına aittir.

2918 sayılı Kanun’un 91/1.maddesi ile ölüm, yaralanma ve maddi hasarlar için 85/1.maddeye yollamada bulunulmuş, tedavi giderleri hakkında 98.madde de açıklama yapılmıştır. Anılan madde de açıkca belirtildiği üzere, kişiye ilişkin zarar halinde ilk yardım, muayene ve kontrol veya yaralanma nedeniyle ayakta, klinikte, hastane ve benzeri sağlık kuruluşlarında gerçekleştirilen tedavi giderleri ile tedaviyle ilgili diğer giderler sigorta teminatı kapsamında olup, buna göre çalışma gücünün kısmen veya tamamen azalması sonucu oluşacak zararlar da sigorta teminatı içindedir.

Zorunlu mali sorumluluk sigortasının dışında kalan hususların düzenlendiği 92.maddesinde; geçici işgöremezlik ödeneği sigorta kapsamı dışına çıkarılmamış olup, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.10.2010 gün ve 2010/10-500-490 sayılı Kararında da açıkca belirtildiği üzere, zararlandırıcı sigorta olayı sonucu sigortalıya yapılan geçici işgöremezlik ödemelerinin de sorumluluk kapsamı içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Karayolları Trafik Kanuna göre zorunlu mali mesuliyet sigortası yaptırmak zorunlu bulunmakla beraber, bu tür sigorta sözleşmesi de diğer sözleşmeler gibi sigorta ettiren ile sigortacı arasında karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklaması ile sigorta sözleşmesi poliçeye bağlanmak suretiyle kurulur.

Tedavi giderleri kapsamında, sigorta şirketinin, motorlu araç işletilmesinden kaynaklanan sorumluluğun zorunlu olarak sigorta teminatına bağlanmasını nedeniyle yasadan ve sözleşmeden doğan bu yükümlülüğü, 6111 sayılı Yasa ile getirilen düzenleme ile sona erdirilmiş bulunmaktadır. Ne var ki; anılan Yasanın 59 ve Geçici 1.maddelerinde, aktarım ile sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının bu teminat kapsamındaki yükümlülüklerinin sona ereceği belirtilmiş olup, yasanın açık hükmü karşısında, sorumluluğun ancak yapılacak aktarım sonrasında ortadan kalktığının kabulü gerekir. Nitekim bu husus 27.08.2011 tarihli 28038 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Trafik Kazaları Nedeniyle İlgililere Sunulan Sağlık Hizmet Bedellerinin Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte de vurgulanmıştır.

Bu haktan, sigorta sözleşmesinin tarafı olan işleteni ve şoförlerinin yararlanması gerekmekte olup, poliçe limiti kapsamında kalan tedavi giderleri nedeniyle sorumlulukları sona erecektir. Ancak, zorunlu sigorta teminat tutarlarını aşan tedavi giderlerinin, zarara sebep olan veya hukuken sorumlu olanlar tarafından karşılanacağı, bu kişiler yönünden poliçe limitini aşan kısım yönünden sorumluğun devam edeceği de kabul edilmelidir.

Karayolları Trafik Kanunundaki mali mesuliyet sigortası yaptırmaya ilişkin zorunluluğa rağmen sigorta yapılmaması halinde; işletenin hukuki sorumluluğunu üzerine alan Güvence Hesabının yukarıda belirtildiği şekilde aktarım olması halinde sorumluluğu ortadan kalkacaktır. Ancak bu haktan zorunlu mali mesuliyet sigortasının yaptırmayan araç işleteni ve şoförünün yararlanamayacaktır.

Öte yandan; söz konusu düzenlemede; trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedellerinin karşılanacağı belirtilmiş olup, trafik kazası sonucu hastalık sigortası kapsamında Kurumca sigortalıya yapılan geçici iş göremezlik ödemeleri, yasa kapsamı içerisinde bulunmamaktadır. Bu nedenle, Kurumca sigortalıya yapılan geçici iş göremezlik ödemeleri, işletenden, şoföründen ve zorunlu mali sorumluluk sigortası poliçe limitleri içerisinde kalmak koşuluyla sigorta şirketleri ve Güvence Hesabından 506 sayılı Yasanın 39.maddesi kapsamında tahsili mümkün bulunmaktadır.

Mahkemece; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular uyarınca, davalı … yönünden; motorlu aracın işletilmesi sonucu meydana gelen kazada yaralanan sigortalıya yapılan geçici iş göremezlik ödeneğinden poliçe limitleri dahilinde tazmin ile sorumlu olduğu, tedavi giderlerinden ise, 6111 sayılı Yasanın 59 ve Geçici 1.maddelerinde belirtilen tutarların … tarafından aktarılıp aktarılmadığı araştırılarak, aktarım yapılması halinde sorumluluğun ortadan kalkacağı, aktarım yapılmaması halinde ise sorumluluğun devam edeceği gözetilmeyerek, hakkındaki davanın reddine karar verilmesi; davalı … yönünden ise; Karayolları Trafik Kanunundaki mali mesuliyet sigortası yaptırmaya ilişkin zorunluluğa rağmen sigorta yapılmaması nedeniyle … tarafından yasada öngörüldüğü şekilde aktarım olması halinde dahi sorumluluğun ortadan kalkmayacağı gözetilmeksizin, yine tedavi giderleri bakımından da 6111 sayılı Yasanın Geçici 1.maddesi gerekçe gösterilerek konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına, karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır … ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, trafik kazasında yaralanan sigortalı için Kurumca yapılan sosyal sigorta yardımlarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı … (SGK) vekili dava dilekçesinde özetle, yolcu olarak bulunduğu tescilsiz motosikletin sebebiyet verdiği trafik kazasında yaralanan sigortalı için yapılan sosyal sigorta yardımlarının 506 sayılı Kanun’un 39.maddesi uyarınca davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir.

Davalı … vekili cevap dilekçesinde, olaya sebebiyet veren tescilsiz aracın zorunlu mali mesuliyet sigortası yaptırma zorunluluğu olmadığı için sorumlulukları bulunmadığını, motorlu bisikletler yönünden sorumlulukları bulunmadığından aracın motosiklet mi yoksa motorlu bisiklet mi olduğunun tespiti gerektiğini, öte yandan … ; 506 sayılı Kanun’un 26 ve 39.maddelerinde yer verilen olaya sebebiyet veren kişi kavramına girmediğinden Kurumun Güvence Hesabına rücu hakkı bulunmadığını, aksinin kabulü halinde ise zarar miktarının kanıtlanması şartıyla poliçe teminat limiti ve kusur oranları ile sınırlı olarak sorumlulukları bulunduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Davalı … , geçici işgöremezlik ödemelerine ilişkin davayı kabul ettiğini beyan etmiştir.

Mahkemece, davalı … yönünden; zorunlu trafik sigortası olmayan aracın kullanımından kaynaklanan zarardan sorumluluğu bulunmadığından hakkındaki davanın reddine, sağlık hizmet bedelleri yönünden; 6111 sayılı Kanun’un Geçici 1.maddesinin, Kanunun yayınlandığı tarihten önce meydana gelen trafik kazaları nedeniyle doğan sağlık hizmet bedellerinin SGK tarafından karşılanacağı hükmü dikkate alınarak, sağlık hizmet bedelleri açısından karar verilmesine yer olmadığına ve geçici işgöremezlik ödeneğine ilişkin talep; yargılama sırasında kabul edildiğinden davalı … ’dan tahsiline dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece; 6111 sayılı Kanunda aktarıma ilişkin düzenlemenin sağlık hizmet bedellerinin miktarı ile ilintili olmadığı, miktardan bağımsız olarak SGK tarafından karşılanacağının hükme bağlandığı, trafik sigortası primlerinden yapılacak kesinti ve bu konudaki aktarımın 6111 sayılı Kanun’un Geçici 1.maddesinin yayımlandığı tarihten önce meydana gelen trafik kazalarına hasredilen sorumluluk ile ilgisi bulunmadığı, bu itibarla kazanın 6111 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden önce olması dikkate alınarak Geçici 1.maddesi uyarınca trafik kazalarında sunulan sağlık hizmet bedellerinin SGK tarafından karşılanacağı, öte yandan; Kurumun, süresinde aktarılmayan prim ve katkı payları için sigorta şirketlerine karşı takip yaparak tahsil yetkisi bulunduğu da gözetildiğinde, trafik kazası nedeniyle sigortalıya yapılan tedavi giderleri için 6111 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin yürürlük tarihi olan 25.02.2011 tarihinden itibaren, sigorta şirketlerine, Güvence Hesabına, sürücü ve işletene karşı, Kurumun rücu hakkının sona erdiği, bu nedenle davanın konusuz kaldığı ve işgöremezlik ödeneği olarak yapılan ödeme 6111 sayılı Kanun kapsamında bulunmadığından davanın kabul edildiği gerekçesiyle, direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı SGK vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, temyize konu direnme kararının, Anayasa’nın 141/3, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 299/1-c (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388/3.) maddeleri anlamında, direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği, buna göre direnme kararının usulüne uygun olup olmadığı, ön sorun olarak öncelikle irdelenmiştir.

Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemelerin değerlendirilmesi zorunludur.

Bilindiği üzere, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388/1-3.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/1-c. maddesi, bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır.

Mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesinde: ”Karar aşağıdaki hususları kapsar: 1.Kararı veren mahkeme ile hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin ad ve soyadları ve sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa kararın hangi sıfatla verildiği, 2.Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri, 3.İki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışması ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep, 4.Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi, 5.Kararın verildiği tarih ve hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin imzaları, Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”

hükmü yer almaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297.maddesinde de: “(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar: a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.

b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.

c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.

ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.

d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.

e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.

(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”

Düzenlemesi getirilmiştir.

Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.

Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141/3. maddesinde de bütün mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerektiği önemle belirtilmiştir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22. Baskı, Ankara 2011, s.472).

Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.

Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

Yukarıda vurgulanan hususlar, Hukuk Genel Kurulu’nun 19.6.1991 gün ve

E:323,

K:391; 10.9.1991 gün ve

E:281,

K:415; 25.9.1991 gün

E:355,

K:440; 19.04.2006 gün ve

E:2006/4-142,

K:229; 05.12.2007 gün ve

E:2007/3-981,

K:936; 23.01.2008 gün ve

E:2008/14-29,

K:4; 19.03.2008 gün ve

E:2008/15-278,

K:254; 18.06.2008 gün ve

E:2008/3-462,

K:432; 21.10.2009 gün ve

E:2009/9-397,

K:453; 24.02.2010 gün ve

E:2010/1-86,

K:108; 28.04.2010 gün ve

E:2010/11-195,

K:238; 22.06.2011 gün ve

E:2011/11-344,

K:436; 29.02.2012 gün ve

E: 2011/9-754

K: 2012/102 sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.

Nitekim, 07.06.1976 gün ve 3/4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yeralan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye, vurgu yapılmıştır.

Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.

Bu doğrultuda, yerel mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün olan son kararlardan olup; mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.

6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun, bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2.maddesinde, “ … Mahkeme, … kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür. Bu açık hüküm karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması yada eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır.

Buna göre, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması, zorunludur.

Bunun yanında mahkeme, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.

Zira, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan, inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma ilamına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.

Direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.10.2009 gün ve

E: 2009/9-397,

K: 2009/453; 19.03.2008 gün ve

E:2008/15-278,

K:2008/254; 22.06.2011 gün ve

E:2011/11-344,

K:436 sayılı ilamları).

Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile yargıcın, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

Bu genel açıklamaların ışığında somut uyuşmazlıkta önsorunun değerlendirilmesinde: yerel mahkeme kararının Özel Daire tarafından; İlk olarak, Kurumca sigortalıya yapılan geçici iş göremezlik ödemelerinin, işletenden, şoföründen ve zorunlu mali sorumluluk sigortası poliçe limitleri içerisinde kalmak koşuluyla sigorta şirketleri ve Güvence Hesabından 506 sayılı Kanun’un 39. maddesi kapsamında tahsilinin mümkün bulunduğu gerekçesiyle, davalı … yönünden; motorlu aracın işletilmesi sonucu meydana gelen kazada yaralanan sigortalıya yapılan geçici iş göremezlik ödeneğinden poliçe limitleri dahilinde tazmin ile sorumlu olduğu, İkinci olarak tedavi giderleri yönünden, 6111 sayılı Kanun’un 59 ve Geçici 1.maddelerinde belirtilen tutarların … tarafından aktarılıp aktarılmadığı araştırılarak, aktarım yapılması halinde sorumluluğun ortadan kalkacağı, aktarım yapılmaması halinde ise sorumluluğun devam edeceği, Son olarak da davaIı … yönünden; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’ndaki mali mesuliyet sigortası yaptırmaya ilişkin zorunluluğa rağmen sigorta yapılmaması nedeniyle … tarafından yasada öngörüldüğü şekilde (prim) aktarım olması halinde dahi sorumluluğun ortadan kalkmayacağı gözetilmeksizin, yine tedavi giderleri bakımından da 6111 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesi gerekçe gösterilerek konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına, karar verilmiş olmasının isabetsiz olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

Özel Daire bozma kararına karşı yerel mahkemece, sigortalıya yapılan tedavi giderleri için 6111 sayılı Kanun’un 59.maddesi ile 2918 sayılı Kanun’un 98.maddesinde yapılan değişikliğin yürürlük tarihi olan 25.02.2011 tarihinden itibaren, sigorta şirketlerine, Güvence Hesabına, sürücü ve işletene karşı, Kurumun rücu hakkının sona erdiği, bu nedenle davanın konusuz kaldığı, işgöremezlik ödeneği yönünden yapılan ödeme 6111 sayılı Kanun kapsamında bulunduğundan konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına şeklindeki ilk kararda direnilmesine karar verilmiştir.

Somut olayda Özel Dairenin üç ayrı bozma nedenine karşın mahkemece üç bozma sebebinden sadece biri hakkında gerekçe yazıldığı ancak, her üç bozma sebebine karşı direnme kararı verilerek, her üç bozma sebebine de direnilmesi şeklinde hüküm fıkrası oluşturulmuş, diğer bir ifade ile tüm bozma sebepleri yönünden karşı hangi gerekçeyle direnildiğine, bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir özel açıklamaya yer verilmemiş; hangi gerekçeyle direnildiği ortaya konulmamıştır.

Bu haliyle, anılan direnmenin, Anayasanın ve yasanın aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez.

O halde, Mahkemece yapılacak iş; Anayasa’nın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nun 297. (Mülga HUMK.nun 381, 388 ve 389.) maddeleri de gözetilerek ve özellikle bozma ilamında yer verilen her üç bozma gerekçesine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.

Bu durumda, eldeki davada direnmeye konu bozma nedenleri yönünden, ortada, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş; ilk kararın aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddianın yasal ve mantıksal gerekçelerini içerir bir gerekçeli karar bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren bir direnme kararının olmadığı da her türlü duraksamadan uzaktır.

Şu hale göre; açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere karar bu değişik nedenlerle ve salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulmalı; bozma nedenine göre de işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmelidir.

S O N U Ç : Davacı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 24.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verilmiştir.”