Ön sözleşme, taraflara ileride asıl sözleşmeyi yapma borcunu yükler. Bunun için ön sözleşmede belirlenen tarafların asıl sözleşmeyi yapmak için bir irade açıklamasında bulunmaları gerekir. Taraflar ön sözleşmeden doğan asıl sözleşmeyi yapma borcunu ifa etmekten kaçındığında, yani asıl sözleşmenin yapılmasına dair irade açıklamasından kaçınıldığında hakimin hükmü asıl sözleşmeyi yapmaktan kaçınan tarafın irade beyanı yerine geçecektir. Alman Usul Kanunu’nda yer alan bu esas Türk-İsviçre hukuku bakımından da kabul edilmektedir.
A ile B bir ön sözleşme yapıyorlar. A’nın asıl sözleşmeyi yapmaktan kaçındığı durumda mahkeme kararı A’nın irade beyanı yerine geçecek ve böylelikle A ile B arasında sözleşme yapılmış olacaktır.
Hakimin hükmünün yani mahkeme kararının asıl sözleşmeyi yapmaktan kaçınan tarafın iradesi yerine geçmesi, sözleşmedeki borcun ifasını çözmekte yeterli değildir. Çünkü, asıl sözleşmeyi yapmaktan kaçınan şahıs, genellikle asıl sözleşmeden doğan borcu ifadan da kaçınır.
(önceki örnekten devam) Asıl sözleşme mahkeme kararıyla kurulmuştur. Ancak asıl sözleşmeden doğan borç A tarafından ifa edilmemektedir. Bunun üzerine B, asıl sözleşme kurulduğunda ikinci bir dava daha açar. Bunun üzerine hakim, sözleşmenin yapılmasına hükmettiği gibi borcun ifasına mı hükmedecektir?
Usul Hukuku’nda kullanılan bir terim olan “Yargılama Ekonomisi” (Usul Ekonomisi) düşüncesiyle ön sözleşmenin taraflarıyla asıl sözleşmenin taraflarının aynı olması şartıyla tek bir davayla doğrudan doğruya asıl sözleşmeden doğan borcun ifasının talep edilebileceği kabul edilmektedir.