Danıştay’ın yerleşik hale gelmiş bulunan uygulamasına göre, dava açma süresi geçtikten sonra dava dilekçesinde talep edilen tazminat tutarı arttırılamaz. Keza bu süre geçtikten sonra artık faiz de talep edilemez. İYUK’un Hukuk Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunduğu 31. maddesinde “ıslah” konusunun yer almaması nedeniyle ıslah yoluna başvurmak suretiyle de söz konusu taleplerde bulunabilme imkanı yoktur (Örneğin bkz. Danıştay 13. Dairesinin 08.04.2008 gün ve E.2005/10077, K.2008/3631 s. kararı).
Bu uygulamanın yol açtığı hak kayıpları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konuda Türkiye aleyhine verdiği kararlar nedeniyle 11.03.2013 tarih ve 6459 sayılı Kanunla İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. maddesine, “Tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” şeklinde bir hüküm eklenerek bu olumsuz duruma son verilmiştir. Söz konusu maddenin gerekçesinde, “AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idari yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı artırma hakkı verilmemesinin adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır.” ifadesine yer verilmiştir.
Kanun nihai karar verilinceye kadar bu imkandan yararlanılabileceğini öngördüğü için kanun yolu aşamasında (örneğin istinaf aşamasında) veya kanun yolu incelemesi üzerine verilen karardan sonra davanın kendi mahkemesinde yeniden incelenmesi aşamasında da tazminat talebini arttırmanın mümkün olması gerekir. Çünkü söz konusu yasal değişikliğe ilişkin kanun tasarısının gerekçesinde yer alan, “Tasarının çerçeve 1 ve 3’üncü maddelerinde yer alan ‘nihai karar verilinceye kadar’ kaydının bozmalardan sonraki olası hüküm aşamasını da kapsadığı kuşkusuzdur” şeklindeki ifade böyle bir sonuca götürmektedir. Nitekim Danıştay 10. Dairesi de 25.02.2014 tarih ve E. 2009/9938, K.2014/1117 sayılı kararda aynı yönde karar vermiştir.
Fakat bu imkandan yararlanılabilmesi için dava dilekçesinde belli bir miktar tazminat talebinde bulunulmuş olması gerekir. Çünkü Kanun, dava devam ederken tazminat istenebilmesine değil, dava dilekçesinde belirtilen tazminat miktarının arttırılabilmesine imkan tanımaktadır. Dolayısıyla, iptal ve tam yargı davası birlikte açılmamışsa, yani iptal davası açıldığında dava dilekçesinde tazminat talep edilmemiş ise ve dava açma süresi de geçmiş ise artık tazminat talep etme imkanı kalmayacaktır. Bu durumda ancak iptal davası sonuçlandıktan sonra İYUK’un 12. maddesi hükümlerine göre tam yargı davası açma olanağı olacaktır.
Diğer yandan Kanun, maddi ve manevi tazminat arasında herhangi bir ayrım yapmadığından ve tazminat talebinin arttırılabilmesi bilirkişi incelemesi vb. bir koşula bağlanmadığından, maddi tazminat talepleri gibi manevi tazminat taleplerinin de arttırılabileceği kanaatindeyiz. Danıştay 10. dairesi de 25.02.2014 tarih ve E.2009/9938, K.2014/1117 sayılı kararında aynı yönde karar vermiştir.
Acaba mahkemece re’sen araştırma ve inceleme çerçevesinde elde edilen ve dava dosyasına giren belgeler kapsamında yer alan bilgilerden davacının gerçek zararının dava dilekçesinde talep edilenden fazla olduğunun anlaşılması üzerine “ıslah” hakkının kullanılabilmesi için bu hususun kendisine bildirilmesi gerekir mi? Danıştay 5. Dairesi oyçokluğuyla karar verdiği 20.10.2015 tarih ve E. 2015/4089, K.2015/8104 sayılı kararında bu soruya olumlu cevap vermiştir. Karara konu olan olayda, davacı, naklen atanmasına dair işlemin yargı kararı ile iptal edildiğinde bahisle, anılan işlem nedeniyle yoksun kaldığı maaş farkı, döner sermaye ek ödemesi ve tazminat gibi maddi kayıpların karşılığı olarak 10.000 TL maddi, işlem nedeniyle çektiği üzüntü nedeniyle 30.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle dava açmıştır. Çorum İdare Mahkemesince davanın reddi yolunda verilen 10/08/2011 günlü, E. 2011/274, K. 2011/546 sayılı kararın davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Danıştay Beşinci Dairesi’nin 10/06/2014 günlü, E. 2011/8727, K. 2014/5021 sayılı kararıyla; hukuka aykırılığı yargı kararı ile saptanan atama işlemi nedeniyle döner sermaye kaybına uğrayan davacının, zararının tazmin edilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın döner sermaye farkı yönünden reddine ilişkin kısmının bozulmasına, manevi tazminat ve yoksun kaldığı maddi tazminata ilişkin diğer talepleri yönünden onanmasına karar verilmiştir. Çorum İl Sağlık Müdürlüğü emrinde fiilen çalışmadığı dönemde yoksun kaldığı döner sermaye tutarı ile Çorum İdare Mahkemesince, davalı İdareden davacının Çorum İl Sağlık Müdürlüğü emrinde fiilen çalışmadığı dönemde yoksun kaldığı döner sermaye tutarı ile Çorum İl Tarım Müdürlüğü emrinde çalıştığı dönemde aldığı döner sermaye tutarı arasındaki fark ara kararı ile sorulmuş, davalı İdarece ara kararına verilen cevapta iki tutar arasındaki farkın 27.707,61 TL olduğu bildirilmiştir. Bunun üzerine Mahkeme, Danıştay Beşinci Dairesinin 10/06/2014 günlü, E. 2011/274, K. 2014/5012 sayılı kararının bozulan kısmına uyarak, davacının talebinin 10.000 TL olması nedeniyle ve talepten fazlasına hükmedilemeyeceği gerekçesiyle Çorum İl Sağlık Müdürlüğü emrinde fiilen çalışmadığı dönemde yoksun kaldığı 10.000 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine hükmedilmiştir. Davacı, ara kararının kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle döner sermaye farkının 27.707,61 TL olduğunu öğrenemediğini ve dava konusu müddeabihi ıslah yoluyla artırma hakkını kullanamadığı belirterek, verilen kararın hukuka aykırı olduğunu öne sürerek İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemiştir. Danıştay 5. Dairesi oy çokluğuyla verdiği kararında şöyle demiştir;
“2577 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 2. fıkrasında ara kararların taraflara tebliğ edilmesi gerektiğine ilişkin bir düzenleme bulunmamakla birlikte, davanın görülmesi sırasında davacının durumunda değişiklik yaratabilecek yeni hususların ortaya çıkması durumunda davacıya cevap vermesi için süre verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Mahkemece verilen ara karar sonucunda davacının yoksun kaldığı döner sermaye miktarının daha fazla olduğunun anlaşılması üzerine, davacının ıslah müessesesini işletebilmesi için ara kararının davacıya tebliğ edilerek davacının cevabı alındıktan sonra veya cevap süresi geçtikten sonra karar verilmesi gerekirken, bu usul uygulanmadan davacının dava dilekçesindeki talebi göz önünde bulundurularak karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.”
Karara katılmayan üyeler ise, “2577 sayılı Kanun’da ara kararlarının taraflara tebliğini zorunlu kılan bir hüküm yoktur. Kararın bu haliyle incelenmesi gerekir. Bu nedenle, var olmayan bir usul hükmüne dayandırılan bozma kararına katılmıyoruz.” şeklinde bir gerekçeye dayanmıştır.