Danıştay, dava süresi geçtikten sonra dava dilekçesinde talep edilen tazminat tutarını artıramaz. Bu tarihten sonra faiz de talep edilemez. İYUK’un Hukuk Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunduğu 31. maddesinde “ıslah” konusunun bulunmaması nedeniyle, söz konusu talepler için ıslah yoluna başvurmak mümkün değildir (örneğin, Danıştay 13. Dairesinin 08.04.2008 gün ve E.2005/10077, K.2008/3631 s. kararı).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye aleyhine verdiği kararlar nedeniyle, İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. maddesi, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere bir defaya mahsus olmak üzere bir defaya mahsus olmak üzere bir defaya mahsus olmak üzere bir defaya mahsus olmak üzere bir defaya mahsus”şeklinde bir hüküm eklenerek bu sorun ortadan kaldırılmıştır. “AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden kaynaklanan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir” ifadeleri yer almaktadır. İdari yargıda açılan tam yargı davalarında, dava devam ederken talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen tazminat miktarını artırma hakkı verilmemesi adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul edilir. Bu nedenle, davacıya, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını artırma hakkı verilir.” ifadesini içerir.
Kanun yolu aşamasında (örneğin istinaf aşamasında) veya davanın kendi mahkemesinde yeniden incelenmesi aşamasında da tazminat talebini artırabilirsiniz. Bu, nihai karar verilinceye kadar bu imkandan yararlanılabileceği anlamına gelir. Bu, ilgili yasa tasarısının gerekçesinde yer alan, “Tasarının çerçeve 1 ve 3’üncü maddelerinde yer alan “nihai karar verilinceye kadar” kaydının bozmalardan sonraki olası hüküm aşamasını da kapsadığı kuşkusuzdur” şeklindeki ifadeden kaynaklanmaktadır. Danıştay 10. Dairesi de 25.02.2014 tarihli E. 2009/9938, K.2014/1117 sayılı kararında aynı karara varmıştır.
Bununla birlikte, bu fırsatı kullanabilmek için dava dilekçesinde belirli bir tazminat talebinde bulunulması gerekir. Çünkü Kanun, dava devam ederken tazminat istenebilmesine izin verir. Bunun yerine, dava dilekçesinde belirtilen tazminat miktarının yükseltilmesi mümkündür. Dolayısıyla, iptal davası ve tam yargı davası birlikte açılmamışsa, yani iptal davası açıldığında tazminat talep edilmemişse ve dava süresi de geçmişse artık tazminat talep edemezsiniz. Bu durumda, İYUK’un 12. maddesi uyarınca ancak iptal davası sonuçlandıktan sonra tam yargı davası açılabilir.
Bununla birlikte, maddi tazminat talepleri gibi manevi tazminat taleplerinin de artırılabileceğine inanıyoruz çünkü yasa, maddi ve manevi tazminat arasında herhangi bir ayrım yapmadığından ve tazminat talebinin artırılabilmesi için bilirkişi incelemesi vb. bir koşula bağlanmadı. Danıştay 10. dairesi de 25.02.2014 tarih ve E.2009/9938, K.2014/1117 sayılı kararında aynı yönde karar verdi.
Mahkeme tarafından yapılan re’sen araştırma ve inceleme sonucunda elde edilen bilgilerden, davacının gerçek zararının dava dilekçesinde talep edilenden daha fazla olduğunun anlaşılması durumunda, davacının “ıslah” hakkının kullanılabilmesi için bu hususun kendisine bildirilmesi gerekir mi? Danıştay 5. Dairesi, 20.10.2015 tarih ve E. 2015/4089, K.2015/8104 sayılı kararında bu soruya olumlu bir yanıt verdi. Karara konu olan olayda, davacı, naklen atanmasına ilişkin kararın yargı kararı ile iptal edilmesinden kaynaklanan maddi kayıpların karşılığı olarak 10.000 TL maaş farkı, döner sermaye ek ödemesi ve tazminat gibi maddi kayıpların karşılığı olarak dava açtı. Ayrıca, işlem nedeniyle çektiği üzüntü nedeniyle 30.000 TL manevi tazminat talep etti. Danıştay Beşinci Dairesi, 10/06/2014 tarihli E. 2011/8727, K. 2014/5021 sayılı kararıyla, 10/08/2011 tarihli E. 2011/274, K. 2011/546 sayılı kararın davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, hukuka aykırı bir atama işlemi nedeniyle döner sermaye kaybına uğrayan davacının zararının tazmin edilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın döner sermaye farkı yönünden reddine ilişkin kısmının bozulmasına karar verdi. Çorum İdare Mahkemesi, davacının Çorum İl Sağlık Müdürlüğü’nde çalıştığı dönemde yoksun kaldığı döner sermaye tutarı ile Çorum İl Tarım Müdürlüğü’nde çalıştığı dönemde aldığı döner sermaye tutarı arasındaki farkı sormak için bir ara karar verdi. Davalı İdare tarafından verilen ara kararda, davacının bu iki tutar arasındaki farkın 27.707,61 TL olduğu belirtildi. Danıştay Beşinci Dairesinin 10/06/2014 tarihli, E. 2011/274, K. 2014/5012 sayılı kararının bozulan bölümüne dayanarak mahkeme, davacının talebinin 10.000 TL olması nedeniyle ve talepten fazlasına hükmedilemeyeceği gerekçesiyle Çorum İl Sağlık Müdürlüğü emrinde fiilen çalışmadığı dönemde yoksun kaldığı 10.000 TL maddi tazminatın, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine karar verdi. Davacı, ara kararının kendisine verilmemesi nedeniyle döner sermaye farkının 27.707,61 TL olduğunu öğrenemediğini ve dava konusu müddeabihi ıslah yoluyla artırma hakkını kullanamadığını öne sürerek, İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istedi. Danıştay 5. Dairesi oy çokluğuyla şunları kararlaştırdı:
2577 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 2. fıkrasında ara kararların taraflara tebliğ edilmesi gerektiğine ilişkin bir düzenleme bulunmamakla birlikte, davacının durumunda değişiklik yaratabilecek yeni hususların ortaya çıkması durumunda davacıya cevap vermesi için süre verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, Mahkeme tarafından verilen ara kararın, davacının yoksun kaldığı döner sermaye miktarından daha fazlasını içerdiğinin anlaşılması nedeniyle, ıslah müessesesini işletebilmesi için ara kararın davacıya tebliğ edilmesi veya davacının cevabı alındıktan sonra veya cevap süresi geçtikten sonra uygulanması gerekir. Bununla birlikte, davacının dava dilekçesindeki talebi göz önünde bulundurularak karar verilmesi hukuki olarak uygun değildir.”
Karara katılmayan üyelerin 2577 sayılı Kanun’da ara kararlarının taraflara bildirilmesi zorunlu değildir. Bu şekilde karar incelenmelidir. Sonuç olarak, var olmayan bir usul hükmüne dayanarak alınan bozma kararına karşı çıkıyoruz.